Şüphesiz, “At ölür meydan kalır, yiğit ölür şan kalır” sözü boşuna söylenmemiş. On üçüncü yüzyıldan bu yana kaç asır geçmiş? Nice isimler unutulmuş, nice şöhretler mazinin tozlarına karışıp gitmiş. Ama Yunus hâlâ dimdik ayakta. Namıyla, gönlüyle, çevresine saçtığı sevgi ışığıyla hemen her yıldönümünde Anadolu’nun bağrında boy veren taze başaklar gibi dünyaya, “Sevelim sevilelim; bu dünya kimseye kalmaz” biçiminde dizdiği mısralarla gönlümüze dolup taşıyor.
Sahi Yunus Emre’yi bize âşina kılan, Anadolu’nun maneviyatı içine dahil eden sır neydi? Bunu anlamak için, evvela 13. yüzyılın genel durumunu bilmek lâzım. Henüz İslâm medeniyetine tam adapte olamamış bir millet, Moğollar tarafından işgâle uğramış bir vatan… Sükûnet ve huzur gibi manevî iklimi arayan insanlar… Bütün bunlar alt alta getirildiğinde, Yunus Emre ve benzerlerinin böylesi bir ortamda insanlara nasıl bir umut, bir ışık oldukları anlaşılacaktır. Neredeyse, insanı uhrevîlikten soyutlayan ve her şeyin bizzat insan için gerçekleştirilmesi gerektiğine inanan, sözüm ona, hümanistlerin kulağı çınlasın. Yanlış teşhis koymakta ısrar edip sevgi temelinde meydana getirdiğimiz medeniyetimize neredeyse bir barbar havası verenlerin karşısında, Yunus Emre toprağımızda bir sevgi bayrağı hükmünde dalgalanıyor.
Değil mi ki Moğol istilâsı gibi bir taunun ortasında, “Gönül Kabe’dir; yıkma” diyen odur. Ve yine değil mi ki, “Ak sakallı bir hoca/ Bilemez hali nice/ Emek yemesin hacca/ Bir gönül yıkar ise… Gönül Çalabın tahtı/ Çalap (Allah) gönüle baktı/ İki cihan bedbahtı/ Kim gönül yıkar ise… Bir kez gönül yıktın ise bu kıldığın namaz değil/ Yetmiş iki millet dahi elin yüzün yumaz değil” türünden sözlerle insanları sevgiye, kardeşliğe ve barışa dâvet eden odur; o hâlde 21. yüzyıl insanının Yunus Emre öğretisinden öğreneceği çok şey var. Zira bugün insanlar arasında neredeyse çığ gibi büyüyen öfkenin ortasında insanlığa, “72 millete bir gözle bakmayan şer’in evliyasıysa, hakikatte âsidir” gibi sözlerin yansıttığı bir nazar lâzımdır hepimize. Zira bu nazar, “Yaratılanı hoş gördük, yaratandan ötürü” gibi bir anlayışın ürünüdür.
Doğrusu ben bağrımızdan çıkan bu Yunus sevgisini anladıktan sonra, şimdilerde toplum içinde meydana gelen zıtlaşmalara, kavga ve gürültüye varan çekişmelere esefle bakmaktan kendimi alamıyorum. Her ne kadar, “Göz görmeyince, gönül katlanır” demişse de atalar; göz görmek istemese de kulak duyuyor. Kulak duymak istemese de da gönül hissetmekten geri durmayıp üzülüyor. Sahi; ötekileş(tir)menin neredeyse had safhada olduğu, sözün lâf seviyesine düştüğü; edebîliğini, zarifliğini, inceliğini ve bilgi taşıyıcılığını kaybettiği yerde, kendini dinletememenin hazin hüznünün tortusu, ne zamana kadar kulak zarımdan göz bebeklerime yansımaya devam edecek?
Evet, başta biz olmak üzere, belirtmek gerekir ki ortak paydada buluşmak için hepimiz açısından bir değer olan Yunus Emre ve benzerlerinin toplumsal hayatla ilgili nazarlarıyla birbirimize bakabiliriz. Zira bu memleket sevgi nazarına çok ciddî bir şekilde muhtaç. Nasıl ki bugün Yunus Emre’yi sahiplenmenin simgesi olarak beliren birden fazla mezar Yunus Emre’nin kültür ve medeniyet hayatımızdaki önemini gösteriyorsa, aynı şekilde bize miras kalan söz ve nasihat dolu şiirleri de dillerden gönüllere ve gönüllerden dillere akıp yürümeli seyrinde.
Yunus Emre’yi anarken, böyle anmak elbette daha faydalı olacaktır.
12.05.2007
E-Posta:
[email protected]
|