Fıkra malûmunuz. Nasreddin Hoca’ya, “Arzın merkezi neresidir?” diye sormuşlar. Cevap vermiş Hoca: “Tam durduğum yer…”
Her ne kadar muhatapları buna itiraz etseler de Nasreddin Hoca haklı. Zira burada önemli bir hakikati beyan etmiştir. Düşünün bir kere… Türkiye’de yaşıyorsunuz. Karmaşık ilişkiler ağının her an bir yel gibi üstünden geçtiği bir ülkenin evlâdısınız. Kolay değil, her geçişte hafif ya da ağır sarsıntılar geçirme ihtimali yüksektir. Bunun üstüne, bir de zamanın baş döndürücü anaforu içinde geçim telâşının sardığı bir koşuşturmayı eklediğinizde, kendinizi ve dahi inançlarınızı, değerlerinizi, hayata bakış açınızı çoğu zaman ihmal etme gibi bir yanlışlık içine düşmemeniz mümkün mü?
Bu yüzden, çoğu zaman ben de Hoca’nın salık verdiği düşüncenin uygulanması taraftarıyım. Hayatımı bir pergelle özdeşleştiririm meselâ. Pergelin bir ucunu hayatımın merkezi sayar ve etrafına çizdiğim dairelerin kavislerini gözlemeye çalışırım. Sabit uçla oynar ucun tam bir uyum içinde olup olmadığını değerlendirmeye çalışırım. Daha sonra da merkezden çevreye silsile hâlinde nasıl bir katkı sağlayabileceğimi tasarlamaya çalışırım. Yani, bir nev'î hayal kurarım.
Hayal kurma dediğimiz alıştırma, kişiden kişiye değişebilir. Ama size teklifim, yalnız başınıza kalacağınız nezih bir ortamda akıl ve kalbin zindeliğini, birlikteliğini koruyacak ve gözlerinizi kapatınca sizi rahatlatacak bir fon müziğini tercih etmeniz… Bir deneyin, faydasını göreceksiniz. Neden mi? Efendim, “arzın merkezi olma” meselesinden yola çıkarak, bütün bu alıştırmaları bir nebze de olsa anlatışımın sebebi şu ki; özellikle internetteki forumlarda toplumsal hayata akseden güncel olaylar hakkında yapılan sağlıksız, fevrî ve komplo teorilerine dayalı görüşlerin oldukça fazla olması. Tümü olmasa da, büyük çoğunluğu elle tutulur hiçbir şey vermeyen, malûmu ilâmdan başka bir şey olmayan, yahut özellikle değişimi tepeden inme anlayışta gören yorumlar…
Bütün bu yorumların bence tek ortak yanı var: Kendimizi bilmememiz, keşfetmek için en ufak bir gayretten bile kaçınmamız. Gözlerimizi içten dışa değil de dıştan içe çevirmemiz. Oysa biz nasıl bir anlam taşıyorsak, o derece bir anlam katabiliriz hayata. Bir türlü çözemediğimiz bazı anlamlar, inançlar, bocalamalar varsa içimizde ve bütün bunların bileşkesi anlamsızlık olarak beliriyorsa, aynı şekilde toplumsal hayata da bir anlamsızlık tablosu içinde akseder. Söz gelimi, Bediüzzaman Said Nursî’ye 2. Dünya Savaşı’nı neden merak edip de sormadığını dile getirenlere Bediüzzaman’ın hususî (kişisel-nefsî) daireyi işaret etmiş olması, burada bir anlam ifade eder sanırım. Zira kişinin önce kendisini tam olarak (imanî açıdan) kurtarması gerektiğini ihtar eder ki, bu da bizi “Kendini kurtaramayan, başkasını da kurtaramaz” düşüncesine götürür.
Evet, bu çok basit; ama bir o kadar da faydalı alıştırmaları yapmakta elbette fayda var. Bu bağlamda, “Arzın merkezi benim” diyen Hoca’ya kulak verdiğimiz gibi, bir keşişin vasiyet niteliğindeki şu sözlerine de kulak vermekte fayda var: “Genç bir insanken, dünyayı değiştirmek istemiştim. Ne var ki, dünyayı değiştirmenin çok zor olduğunu gördüm; bu yüzden milletimi değiştirmeye çalıştım. Milletimi değiştiremeyeceğimi anladığımda, yaşadığım şehre göz diktim. Ancak yaşlı bir adam olarak şehrimi değiştiremedim; o zaman ailemi değiştirmeye karar verdim… Şimdi yaşlı bir insan olarak, tek değiştirebileceğim şeyin kendim olduğunun farkına vardım ve birden anladım ki, eğer uzun süre önce kendimi değiştirseydim, ailemi etkileyebilirdim. Ben ve ailem şehri etkilerdik. Şehrin etkisi milleti değiştirirdi. Ve ben dünyayı değiştirebilirdim gerçekten…”
Bir iç yolculuğun gelişerek değişme ve değişerek gelişme denilen olgusunu yaşarken, “arzın neresinde durduğumuzun idrakinde olmak” dileğiyle…
21.01.2007
E-Posta:
[email protected]
|