Cenâb-ı Hak şu dünyamızı kâinatın kalbi ve bir nev’i mânevi merkezi gibi yaratmıştır. Çünkü, muhtelif âyetlerinde onu semâvâta denk tutarak, dünyayı bir kefeye semâyı diğer kefeye koymaktadır.
Dünya, Esmâ-i Hüsnânın nihâyetsiz tecellilerine mazhar, nakışlarına vesile, âhiret âlemlerine bir tarla, ebedî manzaraların çekildiği yer, cin ve insanların işlediği amellerine zabt edildiği bir imtihan salonu ve nihayetsiz masnuât-ı İlâhiyenin yaratıldığı muhteşem bir san’at galerisi gibi nâmütenâhi maksatların gerçekleştiği bir mekândır. Dünyanın dışındaki gezegenlerde bu maksatlar tâkip edilmemiştir. Kâinatın Efendisi burada yaratılmış ve cin ve insanların imtihanları sadece bu dünyada yapılmaktadır. Dünya imtihanı da herkes için bir defaya mahsus olarak gerçekleşmektedir. İkinci bir deneme de yoktur.
Cenâb-ı Hak bir âyetinde “Bu dünya hayatı yalnız bir oyun ve oyalanmadır.” buyurmaktadır. “Mal ve evlâtlarınız bir imtihan vesilesidir.” âyeti de hayatın iç yüzünü nazara vermektedir. Yaratılışın gayesi Allah’ı tanımak ve O’na iman ile ibâdet olduğunu bilen samîmi mü’minler, imtihandan geçtiğini bilir ve hayatını boş hayaller ve eğlenceler ile bir oyalanma içinde geçirmezler. Çünkü, hayat çok kısa ve yapılacak işler pek çok ve ebedî hayatın saâdeti burada kazanılacaktır.
“Dünya sevgisi bütün hatâların başıdır.” hadisini açıklayan Bediüzzaman Hazretleri dünyanın üç yüzü olduğunu belirtmektedir. Birincisi, Esmâ-i İlâhiyeye aynalık yapan güzel yüzü. İkincisi de, âhirete tarlalık yapan bereketli yüzü. Üçüncüsü ise, insanların nefsâni ve şehevâni duygularına hitap eden ve ehl-i dünyanın oyalandıkları yüz. Evvelki iki yüzü sevmek Allah’ı ve âhireti sevmeye vesile olduğu halde, üçüncü yüzü Allah’ı unutturan ve âhireti yok saydırıp oraya çalışmaya engel olan çirkin yüzdür. Hadis-i şerifin lânetlediği ve kötülediği yüz, dünyanın bu üçüncü yüzüdür. Mal, mülk, para, makam, mevki ve şöhret gibi şeyler, eğer mahiyeti bilinmezse insanı baştan çıkarır, aklını başından uçurur ve âhiret hayatının mahvına sebep olur. Dünyanın üçüncü yüzünde bunlardan başka daha bir çok câzip şeyler ve fantâziyeler vardır ki onlar insan nefsini mıknatıs gibi kendine çeker ve insanın ulvî duygularını sukut ettirerek, melekler derecesinden hayvanların da altındaki derekelere sürükler.
Günde beş defa kılınan namazda kırk defa okunan Fatiha Sûresinde, Allah’tan bizi doğru yola iletmesini isteriz. Peygamberlerin, sıddıkların, şehitlerin ve salih kulların gittiği bu yol, Kur’ân-ı Kerim’de sırât-ı müstakim olarak bir çok âyette geçmektedir. Hadis-i şerife göre, etrafı sağlam duvarlarla örülü geniş ve dosdoğru yol olarak tarif edilen bu yolda helâllerin ne olduğu belirtilmiştir. Haramlar da bellidir ve duvarın arka tarafındadır. Bediüzzaman’ın ifâde ettiği gibi, “Helâl dairesi geniştir, keyfe kâfi gelir. Harama girmeye hiç lüzum yoktur.” Evet, Kur’ân ve Sünnetin tarif ettiği bu dosdoğru yol, insan duygularının ihtiyacı olan bütün meşrû ve helâl keyiflere kâfi gelir, harama girmeye ihtiyaç bırakmaz.
“İnsanlar bu dünyada rüyada gibidirler. Ancak, öldükleri zaman uyanırlar.” hadisi çok ilginçtir. “Şu güzerân-ı hayat bir uykudur, bir rüya gibi geçti. Şu temelsiz ömür dahi bir rüzgâr gibi uçar gider.” diyen Bediüzzaman aynı gerçeğe açıklık getirmektedir. “Hele bana şöyle gelir. Bir göz yumup açmış gibi.” mısralarıyla Yunus Emre de aynı mânâya işâret etmektedir.
Mahiyeti bahsi geçen hakikatler çerçevesinde olan dünyanın bu câzibedâr yüzüne ekser insanlar dâvet etmektedir. Başka sebepler de vardır. Bunları nazara veren Bediüzzaman der ki; “Evet, insanı dünyaya çağıran ve sevk eden esbap çoktur. Başta nefis ve hevası ve ihtiyaç ve havassı ve duyguları ve şeytanı ve dünyanın sûri tatlılığı ve senin gibi kötü arkadaşları gibi çok dâîleri var. Halbuki bâki olan âhirete ve uzun hayat-ı ebediyeye dâvet eden azdır. Eğer sende zerre miktar bu bîçare millete karşı hamiyet varsa ve ulûvv-i himmetten dem vurduğun yalan olmazsa, hayat-ı bâkiyeye dâvet eden azlara imdat etmek lâzım gelir. Yoksa, o az dâîleri susturup çoklara yardım etsen, şeytana arkadaş olursun.” (Lem’alar S.304)
Evet, uhrevî bir cemaat kimliğiyle Ümmet-i Muhammed’i (asm) sahil-i selâmete çıkaran bir gemide çalışan hademeler olan ve ehl-i imanın imanını Risâle-i Nurlar ile muhafazaya çalışan Nur talebeleri, yüzleri âhirete dönük, dünyaya da âhiret hesabına bakan ve insanları âhirete çağıran şuurlu bir fedâiler topluluğudur. Bir parça da olsa dünyaya alıştırılmaya ihtiyaçları yoktur.
Not:
Bütün okuyucularımızın ve âlem-i İslâmın Kurban Bayramını tebrik eder, hem Bayramın hem de yeni yılın hayırlara vesile olmasını niyaz ederim.
03.01.2007
E-Posta:
[email protected]
|