Bazı insanlar gayet hassas; uydurukçasıyla “duygusal!” ki, kurban edilmesi yanında, hayvanların kış-kıyamette telef olmasına, o nazik ve nâzenin mahlûkatın kısa zamanda ölmesine, sert tabiat şartları karşısında yok olmasına da tahammül edemiyor. Meselenin diğer boyutları değerlendirilse, akıl, kalp ve vicdan rahatlar. Başta şunu kabul etmeli:
Varlıkların yaratılmasının, bilemediğimiz çok güzellikleri, hikmetleri var. Sonsuz Şefkat Sahibi onlara dünyada bir resmî geçit töreni yaptırıyor. (Törenlerinde zahmet çeken öğrenci ve askerlere acımayız, bilâkis alkışlarız.) Askerden terhis, işten paydos edenlere acımadığımız gibi, terhis olan ve paydos veren bu varlıklara da bundan dolayı acımak kendimizi harap etmektir.
Rahim olan Allah, merhametinin gereği, vazifesi biten varlıklara dünyadan göçmek için merhametkârâne nefret ettirip usandırıyor; istirahate bir meyil veriyor, göçmeye bir şevk ihsan ediyor. Aslında hayvanların kesilip yenmesi veya bitkilerin ölümü; felsefe gözlüğüyle de bakıldığında, onlar için hayvan veya insan mertebesine bir yükselme, bir terakkî olduğu anlaşılır.1 Bitki ve otların da kendilerine göre bir hayatı vardır. Ve hayvanlar onları yiyor. Hiçbir “insancıl ve otçul” insan, “Niye onları yeyip mahvediyorsunuz?” diye bitkilere acımıyor. Hayvanlar için bitkiler ne ifâde ediyorsa, insanlar için de hayvanlar aynı şeyi ifâde eder. Meseleye biraz da bu açıdan bakıldığında, çabuk teessüre kapılan ince ruhlar rahat eder.
Diğer önemli bir nokta; insan çektiği acılarla kıyaslayarak onlara acımasıdır! Oysa, insanın her gördüğü lezzetinde binler elem izi var. Geçmiş zamanın elemleri ve gelecek zamanın korkuları ve her bir lezzetin dahi zevâl elemi, onun zevklerini bozuyor ve lezzetinde bir iz bırakıyor. Fakat hayvanlar öyle değil. Şuûr, akıl, idrâk sahibi olmadıklarından, hem kesilmelerinde, hem de dünyadan gitmelerinde acı hissetmezler. Elemsiz bir lezzet, kedersiz bir zevk alırlar. Ne geçmiş zamanın elemleri onları incitir, ne istikbal korkuları onları ürkütür; rahatla yaşar, yatar, Hâlıkına şükrederler.2 Hattâ kesilmek için yatırılan bir hayvan, birşey hissetmez. Yalnız bıçak kestiği vakit hissetmek ister; fakat, o his dahi gider, o elemden de kurtulur. Demek en büyük bir rahmet, bir şefkat-i İlâhiye, gaybı bildirmemektedir ve başa gelen şeyleri setretmektedir. Hususan mâsum hayvanlar hakkında daha mükemmeldir.3
Öte yandan, mâsum bir insana veya hayvana gelen felâketlerde, musibetlerde, beşer zihninin kavrayamadığı bazı sebep ve hikmetler var. Yalnız, Allah’ın koymuş olduğu tabiat kanunlarındaki hikmet ve prensipler, bizim aklımıza göre ayarlanmamış ki, kendimize göre değerlendirelim.
Ki, kâinatta mutlak bir adalet hâkimdir. Şuûrlu olsun, şuûrsuz olsun, hayvan olsun, insan olsun, yaptıkları fiiller, işlerle, şâyet kâinatın her zerresinde geçerli olan adâlete aykırı hareket ederlerse, cezâlarını, yine o adâletin gereği olarak, tabiî bir şekilde çekerler. Meselâ, bir çocuk, eline aldığı bir kuş veya bir sineği öldürse, şeriat-ı fıtriyenin ahkâmından olan hiss-i şefkate muhalefet etmiş olur. İşte bu muhalefetten dolayı düşüp başı kırılırsa müstahak olur. Çünkü, bu musibet o muhalefete cezadır. Veya dişi bir kaplan, öz evlâtlarına olan şiddet-i şefkat ve himâyeyi nazara almayarak, zavallı ceylânın yavrucuğunu parçalayarak yavrularına rızık yapar. Sonra, bir avcı tarafından öldürülür. İşte, şefkat hissine ve himâyeye muhalefet ettiğinden, ceylâna yaptığı aynı musibete mâruz kalır.4
Dipnotlar:
1- Mektûbât, s. 13.; 2- Sözler, s. 293.; 3- Şuâlar, s. 182.; 4- Mesnevî-i Nûriye, s. 64.
03.01.2007
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|