İzmir Hayvanat Bahçesi’ndeki ‘Golyad’ adlı aslanın ‘Allah’ diye kükrediği, diğer aslanların da zikrettiği söylentisi ziyaretçilerin ilgisini artırdı. Kimi de kameraya, CD’ye kaydediyor. Bahçe Müdürü Çağlayan İnanlı, “Aslanın sesini ve görüntüsünü kaydedip ‘Kıyamet alâmeti’ diye CD şeklinde satıldığını duyduk. Golyad’ın ezan saatinde kükremesi bir tesadüf. Bunu başka türlü yorumlamak ise yanlış. Bu haber kulaktan kulağa hızla yayılıyor. Bu işin çıkar amaçlı ve para kazanmak uğruna yapıldığı ortada.” (Mustafa Oğuz / DHA / 22.12.2006)
İnanlı, “tesadüf” değerlendirmesi hariç, haklı. Çünkü, her varlık, kendi diliyle zikreder. Varlıkların sesli ve anlamlı konuşmasını duymaz ve ibadetlerini anlamazsak da, bu akıldan uzak değildir. Çince, İngilizce, Urduca veya Arapça gibi “insanca” konuşanları anlamayız. Bu dilleri öğrendiğimizde ise rahatlıkla anlayabiliriz.
İman dilinin şifrelerini çözdüğümüz takdirde tüm varlıkların kendi dilleriyle Yaratıcılarını tesbih ettiğini anlarız. Meselâ, Türkçe’de Allah, “Tanrı” sesiyle, Almanca-İngilizce’de “God”, Arapça’da “Allah”, İbranice’de “Yehova”, başka dillerde farklı seslerle ifade edilir. İnsanca dillerde böyle olursa, elbette varlıklarda değişik olacaktır.
Onlarca atomaltı parçadan hücreye, uzuvlardan unsurlara, havadan suya, ateşten bitkilere, hayvanlardan yıldızlara, samanyolu, galaksilere kadar her varlık, hal (özellik) ve istidat (potansiyel yetenek) diliyle Yaratıcılarını tesbih edip zikreder. Ağaç ve bitkilerin ibadetleri birer mûsıkî teli gibi zikir melodileriyle kulağa gelir. Dağ, binler dilleriyle tesbihât yapan bir acaip, garip, değişik yaratık mahiyeti gösterir.1
Ki, bütün varlıklar hal (davranış/vücut) diliyle Besmeleyi dilinden düşürmez. Ve kâinat bir mescit olur ve tüm varlıklar halka halka Yaratıcıya ibadetlerini takdim ederler. Kâinatın bir tercümesi olan Kur’ân’da bu hakikat, “Hiçbir şey yoktur ki, Onu övüp Onu tesbih etmesin”, “Yerde ve gökte ne varsa Allah’ı tesbih eder”, “Bitkiler ve ağaçlar secde ederler”, “Biz dağları Davud’un emrine verdik ki, akşam sabah onunla beraber tesbih eder”2 şeklinde beyan edilir.
İnsan; kâinat denilen fıtrî şeriat ve büyük şeriat olan İslâmiyetle örtüşür. Çünkü, kâinatı kim yaratmış ise, insanı da ondan süzerek onun bir minyatürü olarak O yaratmıştır. Kur’ân insanın ve kâinatın yazılım şekli ve programıdır. Kâinat ve insan, Kur’ân’ın açılımı ve cisimleşmiş hâlidir. Esmâ-i Hüsnâ (Allah’ın isim ve sıfatları) ise, hem kâinata, hem de insana tecellî etmiştir. (Esmâ’nın tecellîsi tam yansıma değil, binler perdelerden geçtikten sonra gölgelerinin yansımaları diye düşünebiliriz.)
Yaratıcının isim ve sıfatları kâinata tecellî ettiği gibi, insanda da toplu olarak tecellî etmiş; yazılı olarak da Kur’ân’da yer almıştır. Tüm mevcudâtın özellikleri, yani hem rûhânî, hem cismânîlerin özeti şeklinde yaratılan insanın;3 varlık sahnesine çıkarılmasının en büyük ve ana gayesi imân-ibâdetiyle potansiyel yetenek, kabiliyetlerini ortaya çıkarmak ve diğer varlıkların temsilciliğini yapmaktır.
Herbir halis, hakikî Kur’ân öğrencisi, bir dille değil, belki kardeşleri adedince dillerle ibadet edip istiğfar ederek,4 ibadetini, zikrini ve şükrünü genelleştirir. Ve, yaratıkların en şereflisi, aynı zamanda idrak, şuûr sahibi ve halife olması hasebiyle bütün varlıklar adına ibâdet etmektedir. Evet, insan; halife, reis, kumandan, önder, imam olarak bütün varlıkları arkasına alıp onların ibâdet, zikir ve tesbihlerini kendi nâmına kâinatın Yaratıcısına sunar, tekmil verir.5 Yâni, bütün canlıların selâm ve hediyeleri, fıtrî ibadetleri; tebrike sebep olan canlıların özü olan bütün tohum, çekirdek, dane ve yumurtaların kullukları; canlıların hulâsası olan ruh sahiplerinin özel ibâdetlerini O’na takdim eder.
Dipnotlar: 1- Mesnevî-i Nuriye, s. 63.; 2- Kur’ân, Hadid, 1; İsrâ, 44; Rahman, 6; Sâd, 18; Sebe’, 10.; 3- Sözler, s. 11.; 4- Sikke-i Tasdik-i Gaybî, s. 147.; 5- Şuâlar, s. 555.
26.12.2006
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|