Yazılan yazılar üzerine…
Herhalde yazı yazan kişi için en anlamlı şey, yazdığı yazının okuyucularda makes bulması ve hedefine ulaşmasıdır. Bu aynı zamanda yapılan faaliyetin amacına ulaştığının da bir göstergesidir. Çünkü yazı yazan, yazdıklarının okunması ve mesajın muhataplara doğru şekilde ulaşması için bu çabanın içindedir.
Bu noktada, yazı yazanın, bu işi ‘Rıza-i Hak’ için yapılıyor oluşu; okuyucunun da ‘Rıza-i Hak’ için eleştirel duruşunu sürdürmesi gerekmektedir.
Okuyucu düşüncelerinin
iletilmesi, sağlıklılık alâmeti
21 Ekim 2006 tarihinde yayınlanmış olan yazımız üzerine bazı okuyucularımızdan e-mailler aldım. Bunlardan en kapsamlısı ise, Bursa Gemlik’ten yazan bir okuyucumuzun e-maili idi. Yaklaşık üç sayfayı bulan e-mail, doğrusu nasıl bir okuyucu duyarlılığı içerisinde bulunduğumuzun apaçık bir göstergesi idi. Yani en ince meseleleri bile köşede takibe alan bir okuyucu profili, camia açısından, doğrusu çok memnuniyet verici ve sağlıklılık alâmeti.
Çalışmak, başarmak ve
güçlü olmak ne anlama geliyor
Yazının müzakere edilen cümleleri şöyleydi, “Güçlü, zengin, çalışkan tanımlamaları özellikle zamanımızda pek de masumiyet içermemektedir. Yani bir insan zengin oluyor, güçlü oluyor ve imkân sahibi oluyor da, mutlu olamıyorsa, bu durum size ne düşündürür? Doğrusu benim hemen aklıma gelen, bu kazançların içinde alın terinin olmaması ve dolayısıyla ‘haram’lık içermesi gelmektedir.”
Çalışma tempom düştüğünde sıkıntılarım artıyor
Meselâ sayın Ali Çınar, e-mailinden anlaşıldığı kadarıyla idealist, sürekli kendisini geliştiren, işini, çalışmayı çok seven bir kişi. Hatta temposu düştüğünde sıkıntılarının arttığından, anlama yeteneğinin azaldığından ve sinirli olduğundan bahsetmektedir. Ama bir o kadar da imanî boyutuyla ilgili… Bu, ideal bir portre. Ancak bu portrenin ideal oluşu, yaşayışında dünya-ahiret dengesi taşıyor olmasından kaynaklanıyor. Yoksa salt dünyayı amaç edinen bir çalışmak, bir başarı, bir kazanç bizim kastettiğimiz anlamda bir mutluluğu beraberinde getirmeyecektir.
Her çalışma ve başarı
beraberinde mutluluk getirir mi?
Sayın Çınar; “Çok çalışan, üreten, bir eserin vücudu için (eserin ne olduğu bile önemli değil) her şeyini geride bırakabilen, çok ciddi işlerin hazırlığını yaparak, gelişime dönük ve açık çalışıp (kendi doğruları çerçevesinde), dünyayı ve kendisini yarınlara hazırlayacak kadar (yine kendi doğrularıyla) büyük fikirli olup bu tempoda çalışan ama etrafına pozitif enerji üretmeyen, mutsuz ve neşesiz bir insanı görmediğim duymadığım gibi, böyle bir insan modeli de tasavvur edemiyorum. Mutsuzluk, üretmeden, hak etmeden, emek vermeden, alnındaki teri silmeden, üretken olmanın ne olduğunu bilmeden ve hatta hayatı bilmeden bir yerlere gelen zenginin işidir. Böyle insanlar güçlü bile değildir. Sadece zengindir. İşte bu anlamdaki zenginlik ne neşeyi arttırır ne de mutluluğu. Sizin verdiğiniz örnek de aslında bu zenginlerle ilgili.” diyor ve şöyle devam ediyor; “Güçlü, zengin ve çalışkan kelimeleri bu kadar ehemmiyetli, müsbet, elzem hatta ve hatta dünya Müslümanlarının (biz de dahil) bu günkü haline bakıldığında zarurî iken, masumiyeti ifade etmiyorlar dersek bu kadar hayati olan kavramları töhmet altında bırakmış olmaz mıyız?” diyerek tamamlıyor.
Kıymetli okurumuzun yukarıdaki cümlelerine katılmakla birlikte, her alın teri olan işin kişiyi mutluluğa götürmediği bilinen bir gerçektir. Hatta Risâle-i Nurlardaki ölçü, çalışmanın meşru dairede olması, hırs içermemesi ve dünyadaki işlere kalben bağlanmamak gerektiği üzerinedir. Nitekim mutluluk kavramına bizim yüklediğimiz anlam ile ehl-i dünyanın yüklediği anlam aynı olmak durumunda değil. Başarmak, çalışmak ve güçlü olmak gibi müsbet kavramların nerede ve nasıl kullanıldığı sonucu belirleyici olmaktadır. Yani her başarılı, her çalışkan, her zengin mutlu, pozitif anlamı çıkarılabilir mi? O zaman Batı’nın şimdilerde en mutlu insanlar topluluğu olması gerekirdi. Ama öyle mi?
Hatta Müslümanlar açısından bile bunu rahatlıkla söyleyemeyiz. Nitekim nice ehl-i iman, değişik alanlarda (iş dünyası, bakanlık, milletvekilliği, sanatçılık, vb.) belirli bir gelirin, belirli bir gücün, belirli bir statünün üstüne çıkınca, rotada şaşmalar kendini gösteriyor. Bu nedendir acaba? Bu hiç sorgulandı mı? İman sahipleri, ellerindeki imkân ve yetkiler ne olursa olsun, ehl-i iman gibi yaşamaya devam etmedikçe, gücün artması, zenginliğin artması mutluluğu getirmeyecektir. Yoksa ehl-i iman, belirli bir güce, etkiye, yetkiye sahip olunca, ehl-i dünya gibi yaşamaya başlayacaksa, burada huzur da yoktur, mutluluk da.
Nitekim ABD’de veya Batı’nın bazı ülkelerinde yaşanan ‘doymuşluk sendromu’, varlığın o insanlara saadet getirmediğini gösteren tipik örneklerdir. Bir insanın bütün maddi ihtiyaçlarını karşıladığınızda, o insanı tamamıyla mutlu etmiş olmuyorsunuz.
Kazancın içinde alın teri bulunurken, ‘helâl’liği de taşıması; ‘helâl’liği içinde taşıyan kazancın da, helal yolda harcanması, mutluluğa vesile olacaktır. Bu bütün insanlar için geçerlidir. Çünkü fıtrat kanunlarıdır. Nitekim hayatın, faaliyet ve hareketten ibaret oluşu, faaliyetin de ‘hayır’ oluşu, müsbet sonuçlara dönük olanlar için olsa gerek.
Fıtrata riayet eden mutluluğu da temin ediyor
Müslümanların da çalışkan, başarılı ve güçlü olmasına kim ne diyebilir ki. Zaten dinin emirleri bu yönde, ama zengin, güç sahibi, başarılı olurken, vasıtaların da meşrû olmasına, müspet olmasına ve insanların yararına bulunmasına dikkat etmek gerekmektedir.
Nitekim ehl-i imanın da karşı karşıya kaldığı ciddî tehlikelerin başında dünyevileşme bulunmaktadır. Kişi müspetlerin içerisinde bile, bu tehlikeyi dikkate almaz ise, o varlıklar, güçler mutsuzluk taşıyan birer faktör haline dönüşebilir. Bazı müsbet şirketlerin, kuruluşların bu tehlikeyi dikkate almadıkları için, ne gibi sonuçlara uğradıkları herkesin malûmudur.
Çok güçlü, çok çalışkan, çok başarılı; ama bir o kadar da vicdansız, zalim, despot o kadar insan var ki. Bunlar hangi fiillerinden dolayı mutluluğu hak etmiş olacaklardır?
Gücünü, başarısını, çalışmasını, zenginliğini; vicdanının, aklının, kalbinin eline verenlere ne mutlu. Onlar zaten hem kendi içlerinde hem de muhatap olduğu insanlarla mutludurlar.
Ehl-i iman insanların ehl-i dünya kurallarıyla mutluluğa ulaşmaları mümkün değildir. Ancak zenginlik, güç, başarı imana hizmet ettiği ölçüde kişiyi mutluluğa ulaştırabilecektir. Tabiî bu da ehl-i dünyanın bütün kurallarının kişiyi mutsuzluğa ulaştıracağı anlamına gelmemektedir. Fıtrat kanunlarına riayet eden, mutluluğu da temin etmiş olur.
23.12.2006
E-Posta:
[email protected]
|