Başbakan Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanı olabilmek için taviz verme politikasını ne yazık ki devam ettiriyor. Başörtüsünden katsayı haksızlığına kadar hemen hemen her konuda geri adım atmak zorunda kaldı. Hatta çok iddialı olduğu AB konusunda dahi askerlerin ve bürokratik otoritenin dümen suyuna girmiş durumda.
Siyasî konularda söz söylemek hayatının büyük bir bölümünü gurbette geçiren benim gibiler için doğru olmaz lâkin aşağıda sunacağım konu Türkiye’deki demokratik gelişimi ciddi mânâda olumsuz olarak etkilediği için hükümetin çaresizliğini vurgulamak gerekiyor. Konu ise bir ara çok sık olarak konuşulan Millî Güvenlik Siyaset Belgesidir (MGSB).
Meclis Başkanımızın dahi göremediğini ifade ettiği bu belge kırmızı bir klasörde muhafaza ettiriliyormuş ve memurların tebligatlarda kullandıkları cinsten “Okudum anladım” şeklinde imzalanıyormuş. Halkın bu belgeyi okuması mümkün olmadığı için muhtevası hakkında çok fazla bir şey konuşma imkânı da maalesef yoktur. Fakat aşağıda sunacağım gibi belgenin hazırlık ve uygulama safhasında bizzat bulunan kişiler tarafından anlatılan önemli gerçekler mevcuttur.
Hükümetimiz birçok demokratik açılımın altına imza attığını iddia ede dursun ASDER Genel Başkanı Adnan Tanrıverdi’nin vurgulamaya çalıştığı gibi “İktidarın bürokratik otoritenin emri altına girdiği” şeklindeki değerlendirmeler konu uzmanı kişiler tarafından sık sık ele alınmaktadır.
Halbuki hükümete bir fırsat çıkmıştı ve bu belgedeki demokratik olmayan hükümlerin çıkarılması imkânı vardı. Ne yazık ki hükümet Millî Güvenlik Siyaset Belgesini, Millî Güvenlik Kurulunda teklif edildiği üzere aynen onaylamıştır.
Basından öğrendiğimiz kadarıyla 24 Ekim 2005 tarihinde imzalanan bu belgede “irtica” devlete tehdit olarak yer almaktadır. Sonuçta millet üzerindeki devlet baskısının kaldırılacağına dair ümit ve beklentiler ise 10 yıl sonrasına kaldığı anlaşılmaktadır. Çünkü MGSB’nin onayı ile başını TSK’nın çektiği bürokratik otorite ile siyasî otorite arasında mevcut olan iktidar mücadelesinin; bu dönemde de bürokratik otorite tarafından kazanıldığının ve 28 Şubat kararlarının uygulanmasının devam ettiğinin siyasî iktidar tarafından da ilânı anlamına gelmektedir.
Ayrıca MGSB’nin imzalanması ile geçtiğimiz on yılda, İslâmî inancını yaşamak isteyen insanlar üzerinde uygulanan devlet baskısının gelecek yıllarda da devam edeceği anlaşılmaktadır.
Artık milletimiz kamu hizmetlerinden, üniversitelerden ve siyasetten, inancını yaşamak isteyenlerin tasfiyesinin devam edeceğini düşünmektedir. Yeni personel alım ve atamaları için devlet kapılarının inançlı personele kapatılacağının ve hatta baskıların uygulama alanının daha da yaygınlaştırılacağının işareti çok açıktır.
Belgenin onaylanarak devletin bürokratik kadroları, irtica ile mücadele etmeyi prensip edinen milliyetçi soldan aşırı sağa kadar uzanan bir yelpaze içine girebilen kişilere açıldığı ortaya çıkmaktadır. Zira belgeye göre devlete tehdit olarak görülmeyen inanç ve düşünce sahipleri sadece bunlardır. Bunun dışında kalanların da tasfiyesinin bir güvenlik meselesi olduğu ve devlet bürokrasisine görev olarak verildiği hükümet tarafından da kabul edilmiştir.
Acaba hükümet mevcut siyasî iktidarın tasfiyesi için bu belge ile bürokratik otoriteye meşrû zemin hazırladığının farkında mı?
MGSB’nin onaylanması sürecinde ülkemizde meydana gelen olayları şöyle bir hatırlamakta yarar vardır. Zira bu konu üzerinde düşünülmesi gereken bir önemli konudur. Meselâ; Şemdinli’de meydana gelen patlama ve bunun sonucunda tahrik edilen toplumsal olaylar ve Kara Kuvvetleri Komutanının ABD ziyareti ayrıca “Şemdinli İddianamesine” gösterilen tepkiler zamanlama olarak oldukça düşündürücüdür.
Bu imza ile, milletimizin manevî hayatına getirilen baskıların, Recep Tayyip Erdoğan kabinesi ve AKP iktidarı tarafından kaldırılacağına dair iyimser yorum ve ümitleri kırdığı bir başka acı gerçektir.
Siyasetçilerin halkımıza tepeden bakma ve çözümsüz kaldığını ifade etme hakkı yoktur. Eğer bu şekilde devam ederlerse daha ilk seçimde boylarının ölçüsünü alacaklardır. Dindar insanları tehdit kabul eden temel belgeye hem onay verip, hem de acizlik belirtmek hükümet için çok büyük bir itibar kaybı olmuştur. Halbuki siyaset “Çözüm üretme yeridir, şikâyet mercii değildir.” Eğer bunu adam gibi yapamazsanız Mehmet Ağar gibi halkın nabzını iyi tutan politikacılar ortaya çıkar ve halkın derdine tercüman olur. Umarım Başbakan gittiği yolun çıkmaz yol olduğunu anlayıp başörtüsü, MGSB, AB ortaklık süreci ve katsayı konularında olduğu gibi taviz verme politikasından vazgeçer.
19.12.2006
E-Posta:
[email protected]
|