“İman hem nurdur, hem kuvvettir, hakiki
imanı elde eden adam kâinata meydan
okuyabilir”
(Bediüzzaman)
“Kâinata meydan okumak benim gibi âciz bir insana mı kaldı?” diyenler varsa, lütfen aynanın karşısına geçip kendilerine bir daha baksınlar. Kalp ve gönül hanelerine girip kendilerini şöyle bir incelesinler. Hayal dürbünü ile galaksileri seyredip, okyanusların derinliklerinde bir tur atsınlar. Ve, maddî bedenlerindeki yapı taşlarının kâinattan süzülmüş elementlerden oluştuğuna dikkat etsinler. Kâinata hakikat nazarıyla bakanlar, insanın küçük bir kâinat, kâinatın da büyük bir insan olduğunu göreceklerdir.
İnsanın başında akıl ve hikmet, kalbinde ise iman ve muhabbet derc edilmiş olduğundan, insan kâinattan daha önemli bir konuma sahiptir. Zaten Cenâb-ı Hak da insanı yeryüzüne halife olarak gönderdiğini beyan ederek, bu önemi belirtmektedir.
Kömür ile elmasın atomları aynı elementtendir. Yani ikisi de karbon kökenlidir. Atomlarının dizilişi farklı olduğundan, kömür rengi itibariyle kapkara, vazifesi itibariyle de yanmaktan başka bir işe yaramaz. Elmas ise, en sert maden olduğu gibi, parlaklık, şeffaflık, güzellik ve kıymet açısından en pahalı bir cevherdir. Ayrıca Güneşe karşı tutulursa, Güneşi içine alır, ısı ve ışığına ayna olur.
İnsan da görünüşte çabuk dağılıp bozulacak et kemik birleşmesinden meydana gelmiş olsa da, ruhundaki yapı taşlarını Rabbinin tanzim ettiği şekilde muhafaza ederse, kalbi Rahman ve Rahim güneşine ayna olur. Artık Rabbi ile rabıta sağlamıştır. Her şeyin dizgini O’nun elinde, her şeyin anahtarı O’nun yanında olduğuna göre, bu rabıta ile kendini güçlü hisseder. O insan bilir ki, en küçük bir zerreden en büyük yıldızlara, yeryüzünden yerin merkezine kadar her ne var ise, Cenâb-ı Hakk’ın emri ve idaresi altındadır. O istemezse yaprak dahi kıpırdayamaz.
İnsan kendisine verilen cüz’î iradesine ve sınırlı bir ışık sağlayan akıl fenerine güvenirse, üstesinden gelemeyeceği düşmanlar karşısında dehşete kapılır, mağlup ve perişan olur. Bir yıldız böceği sırtındaki fosfor kadar etrafına ışık verebilir. İnsan aklı ve iradesi de, kâinattaki olaylar karşısında bir yıldız böceğinin ışığı kadar insana yol gösterebilir. Halbu ki kendi cüz’î iradesini küllî iradenin emir idaresine bırakırsa, bir Güneşe intisap etmiş olur. O zaman çevresi daha aydın, çehresi daha nurlu olur.
Yağmurlu bir gece ağzından ateş saçarak nara atan şimşekler de O’nun emrindedir, kanımızda dolaşan mikroplar da. İnsanda bu rabıta ve güven duygusu olmazsa, gökgürültüsünden korktuğu gibi, gözle görülemeyen bir mikroptan da dehşete düşer. Ama onların da vazifeli birer memur olduklarını bilse, Allah’ın emri ve iradesi dışına çıkamayacaklarını anlasa, onlardan korkmak değil, belki onlara hayret ve hayranlıkla bakar. Vazifelerindeki hikmet ve rahmeti görüp Rabbinin kudretine iman ve itimadını artırır. O zaman bu insan, kalpleri yerinden oynatan, ruhları dehşete düşüren olaylar karşısında bile sükûnetini muhafaza eder. Ne yıldızların çarpışmasından dehşete düşer, ne yıldırımlar onu yıldırabilir.
Sonuç olarak, Hz. Ali Efendimizin (ra) dediği gibi “Allah’a dayanan yıkılmaz”.
17.12.2006
E-Posta:
[email protected]
|