Son yıllarda ülkemizde suç oranlarının büyük ölçüde arttığı ifade edilmektedir. İstatistikler de bu ifadeyi doğrulamaktadır. Hırsızlık, kapkaç, yaralamalı ve ölümle sonuçlanan sokak kavgaları haber bültenlerinde hiç eksik olmuyor. Pompalı tüfekle yedi masum insanı öldüren insanlar “Zevk için öldürdüm” diyebiliyor.
Uyuşturucu kullanımı ortaöğretim çocuklarına kadar inmiş, okul önlerinde otçular tezgâh açmış durumda. İlköğretim sınıflarında bıçaklı kavgalar oluyor, öğrenciler öğretmenini dövüyor, okullarda şiddet kol geziyor.
Ahlâksızlık başını almış gidiyor. Çocuk pornosu, internet vasıtası ile evlere kadar girmiş bulunuyor. Bebeklere tasallut eden mahlûklar ortaya çıkıyor. Daha fazlasını yazarak “batılı iyice tasvir etmek” istemiyorum. Zaten televizyonlarda ve gazetelerde bunlar ballandıra ballandıra anlatılarak sâfî zihinler iyice bulandırılıyor.
Psikologlar, pedogoglar, asayiş ve emniyet birimleri bu konuda baş başa verip, suç işleme sebepleri ile suçları önleme tedbirleri hakkında her halde geniş kapsamlı çalışmalar yapıyorlardır. Ama alınan tedbirlerin ne kadar işe yaradığı, suç oranlarının artmasından anlaşılmaktadır. Yasalar ne kadar mükemmel, kolluk kuvvetleri ne kadar eğitimli ve fedakâr olursa olsun, insanlardaki manevî boşluklar doldurulmazsa suçları önlemek mümkün olmuyor. Belki hiç bir tedbir, suçu ve suçluyu tamamen ortadan kaldırmaz ama, en aza indirmek ve en az insanın suçtan zarar görmesini sağlamak mümkündür.
İnsanların eğitim seviyesi, toplumun sosyo ekonomik yapısı, kültür ve medeniyet seviyesinin yüksek olması da suçu azaltmaya yetmiyor. Hatta hayat standartı yüksek kesimlerde bazen daha çok suç ve suçluya rastlanmaktadır. Ekonomik suçların en büyüğü ise, büyük sermaye ile çalışan kişi ve kuruluşlar tarafından işlenmektedir. Batık krediler, milletin malını ve parasını kursaklarına indiren büyük çaplı hortumlar, yüksek kesimlerde işleyen yüksek miktarlı rüşvet ve dolandırıcılık olayları da bunu göstermektedir.
Suçları sadece yasal düzenlemeler ve sıkı emniyet tedbirleri ile önlemek mümkün olmadığına göre, bunun mutlaka başka yolları olmalıdır. Başka yol deyince eğitim akla gelebilir. Ama insanlara sadece felsefe ve fen ilimleri öğretirseniz yine suç işleme eyilimini azaltamazsınız. Teknik donanım ve mühendislik bilgilerini kullanarak bankaların içini boşaltan mühendislere ve kimya bilgilerini kalpazanlıkta kullanan kimyagerlere rastlanmaktadır.
İnsanların aklı dolu, vicdanı boş olduktan sonra onları suç işlemekten vazgeçirmek mümkün olmaz. Onun için akıllarını boşaltmak değil, vicdanlarını doldurmak gerekmektedir. Yani Bediüzzaman Hazretlerinin dediği gibi, “Aklın nuru fen ilimleri, vicdanın ziyası din ilimleridir. İkisinin birleşmesiyle hakikat ortaya çıkar” Demek ki din ilimleri hem fert, hem de toplum için vazgeçilmez bir ihtiyaçtır. Vicdanlara söz geçirmek, ancak inancın verdiği bir güçle mümkün olabilir.
İnanan insan, vicdan sahibi insandır. Başkalarına zarar vereceği zaman önce bunu vicdan süzgecinden geçirir. Bu süzgeçten ise kötülüklerin geçmesi mümkün değildir. Yani suça yönelik bir davranış, düşünce aşamasında iken önlenmiş olur. ‘En güzel önleyici tedbir, iyi bir din eğitimidir’ demek hiç de yanlış olmaz. Zira din insanlara hakkı, adaleti, şefkati ve merhameti tavsiye eder. Başkalarının hakkını gasp etmeyi, zulmü, işkenceyi yasaklar.
Toplumda barış ve kardeşliği tesis eder. Böylece emniyet ve huzurun güvencesi olur. Yani din, suçları önlemede en büyük etkendir. Buna rağmen din eğitimini kısıtlamak, dindarları kamu hizmetinden mahrum etmeye çalışmak isteyenlerin gayretlerini hayretle izliyoruz. Toplumda dinin etkisini ortadan kaldırmak isteyenler, kime ve neye hizmet ettiklerini iyi düşünmeli.
Dinin etkisini kırmak, taşları bağlamak demektir. Taşları bağlarsanız ortalığı itler istilâ eder.
10.12.2006
E-Posta:
[email protected]
|