Başımızın üstünde çatımız var bizim. Her ne şekilde olursa olsun. İster
boğazda bir köşk, ister lüks bir daire, isterse bir gecekondu, sığınabileceğimiz dört duvarımız var. Soğukta altına gireceğimiz sıcacık yorganımız, kızarmış ellerimizi ısıtacak sobamız, dumanı tüten çayımız var.
Ya onların…
Onların ellerinde ise büyük market sepetleri. Hayır, sizin sandığınız gibi içini olmadık abur cuburlarla doldurmak için değil, yaşamak için. Kaplumbağa misali evlerini sırtlarında taşıyorlar adeta. Göz ucuyla bakabildiğim bir sepetin içinde neler vardı dersiniz? Deterjanlar, nerede kullandıklarını anlayamadığım şampuan, battaniye, eski püskü ve yırtık birkaç giysi.
Evsizlerin evi sokaklar…
Söyleyin, kaç kişinin duâsında havaların güzel olması hayatî önem taşır? Gökyüzünü kendine çatı yapmış bu yeryüzü gezginleri, aç insanlar, yolda yürüyenlerin ellerindeki yiyecek paketlerini istiyorlar. Hem de öyle ezile büzüle değil. Sanki vermek zorundaymışız gibi. Para istiyorlar. Ama öyle ülkemin dilencileri gibi “Allah aşkına, Peygamber hatırına” değil. Son derece keskin bir ifadeyle, “Bozukluk ver bana!” Sanki onun parasıymış da sen yanında yanlışlıkla taşıyormuşsun gibi. Bir de bazıları üzerlerine şöyle bir pankart asıyor; “I will not lie; I will drink” (Yalan söylemeyeceğim, içeceğim). Son derece umarsız. Böyle bir durumda “acımak” duygusu kendine çıkacak yer bulamıyor, “Maşallah bu ne rahatlık” diye düşünmeden edemiyorsunuz.
Sebebini sonradan öğreniyorum, meğerse bunların çoğu öyle kimsesiz ve yoksul büyümemişler. Aynen sizin bizim gibi yaşayıp sonradan sokağa düştükleri için böyle farklı bir tarzları var. İçlerinde çok iyi iş sahibi olan, oldukça zengin fakat iflâs ettikten sonra banka kredileri yüzünden her şeyi alınan insanlar var. Amerikan kanunlarına göre, isteseler de bir ev kiralamaları, araba almaları ya da bir iş sahibi olmaları mümkün değil. Önce devlete olan borçlarını ödemeleri gerekiyor. Eğer ki sahip çıkacak kimseleri yoksa, sokakları mesken tutuyorlar. Bizler de, yani evlerde, bir çatı altında oturma bahtiyarlığına ermiş olanlar (tuzu kuru insanlar) da, suçlu oluyoruz onların gözünde.
Aslına bakarsanız çok da masum sayılmayız.
Dünyada 824 milyon aç insan ve 630 milyon evsiz yaşıyor. Sizin de gördüğünüz gibi, hiç de öyle azımsanacak bir rakam değil. Kimse bu zor durumda olan insanlar için kılını bile kıpırdatmıyor. Ya da kıpırdatan ancak kendi çevresindeki üç beş kişinin hayatını kurtarabiliyor. Lüzumsuz her konuyu dünyanın esas meselesi haline getirenler, bu ciddî konuya birazcık önem verebilselerdi sorun çoktan çözümlenmişti.
Vurdumduymaz olduk, yazıklar olsun bize. Gerçekten ihtiyaç sahiplerine film seyreder gibi bakıyoruz artık. Hani şöyle uzaktan uzaktan, “Bana bulaşmasın” der gibisince…
Bir Allah’ın kulu da çıkıp demiyor ki, “Bu bir insanlık sorunudur, dünya çapında bir kampanya başlatalım, el ele verelim”. Yok. varsa yoksa “İrtica hortladı”, “Laiklik elden gidiyor”. Bırakın kavramların kaybolmasını da insanlık yok oluyor göz göre göre.
- Efendim! Duyamadım, ben çayımı içiyorum, ne diyo bu?
- Hiiiiiç! Sen bak keyfine.
- Ne diyo ne diyooo?
- Bugünün yarını da var diyo, konuşuyo işte.
04.12.2006
E-Posta:
[email protected]
|