Önceden rezervasyonun yapıldığı otelin kapısından içeri giriyoruz. Tahminimizden de kısa bir sürede park yeri bulabildiğimiz için iftara tam vaktinde yetişiyoruz. Birçok yerli ve yabancı dâvetli girişte masa numaraları ve isimlerinin yazılı olduğu kartları almak için sıra bekliyor. Önce bizi, namaz için ayrılmış odaya yönlendiriyorlar. Namazımızı kılıp iftariyeliklerden az çok atıştırdıktan sonra esas salona geçmek için kartlarımızı alıp yakalarımıza takıyoruz.
İftar programının yapılacağı salon son derece güzel düzenlenmiş. Her masa, sekiz kişilik grubu misafir ediyor. Bu gruplar içinde üç kişi Türk (Müslüman), diğerleri ise Hıristiyan ve Yahudi.
Masamızı bulup yerimize geçerken kısa bir tanışma gerçekleşiyor. Sürekli gülümseyen bakışların anlamı çok büyük. Çünkü bu öyle bir gece ki, birçok dinden insan aynı mekânda iftar yemeği için biraraya gelmişler. Herkes son derece sempatik ve de şaşkın bir duruş içinde.
Yemeğe geçilmeden önce, gecenin anlam ve önemine binaen kısa bir konuşma yapılıyor. “Hangi dinden ya da milleten olursak olalım, sonuçta hepimiz insanız ve birbirimizi sevmeliyiz” anlayışından yola çıkan bu konuşmanın ana teması “saygı.” Dâvetlilerin kafa sallamalarından anlıyorum ki, konuşma kendileri tarafından, başından sonuna kadar onaylanmış. Bunun yanında “Evet biz de öyle düşünüyoruz ki buraya geldik” iç sesiyle desteklenen memnuniyet ifadeleri gözlemliyorum.
Konuşmanın ardından slayt gösterimine geçiliyor. Kur’ân’dan âyetlerin yeraldığı bu gösteride kullanılan fon müziği, bütün salonu o mekândan sanki koparıp başka manevî bir boyuta taşıyor. Farklı dine inanan insanlarla birlikte izlediğimiz sunumda, camiler, kiliseler ve Türk insanının misafirperverliğini anlatan görüntüler geçiyor. Duygulanıyorum.
Yanımda oturan, aslen Almanya’da doğmuş, fakat yıllar önce Amerika’ya gelmiş bayan bana, “Bu gece çok güzel ve heyecan verici, sizce de öyle değil mi?” diye soruyor. Çok seviniyorum. “Tabiî ki benim için de öyle. İlk defa böyle bir geceye katılıyorum ve aynı zamanda kendimi çok şanslı addediyorum. Sizler gibi farklı ülkelerden gelmiş insanlarla tanışma fırsatı elde ettiğim için” diye cevaplıyorum.
Türk olduğumuzu öğrenir öğrenmez, Türkiye’ye gittiğini ve hayran kaldığını ekliyor. Hele Türk yemeklerini o kadar sevmiş ki, “San Francisco’da bildiğiniz Türk lokantası var mı?” diye soruyor.
Yemek demişken söylemeden geçemeyeceğim, iftar mönüsü de son derece titizlikle hazırlanmış. Genelde dolu gelen tabakların boş gitmesinden anlaşıldığı üzere, güzel seçim yapılmış. Mönüde: Domates çorbası, salata, ızgara balık, pilav ve tatlı vardı. Yalnız dâvetlilerin kalbini çalan, muhteşem ev baklavaları olmalı ki, bir alan bir daha alıyor, arada bir etrafa bakıp, “Acaba çok mu yedim?” diye düşünseler de, ardından, boş verip gene yemeğe devam ediyorlardı.
Programdaki konuşmacılar; “İslâmın birlik ve beraberlik mesajını, İslâm dininin tamamen sevgiyi esas almasını anlatarak, Papa’nın yaptığı (Müslümanları rencide eden) açıklamayı esefle karşıladıklarını belirttiler.
Gecenin sürprizi ebru gösterisiydi. Ebruzen bir hanım, dâvetlilere nasıl ebru yapıldığını uygulamalı olarak gösterdi. Dâvetlilerden büyük alkış alan bu bölüm, son derece ilgi çekiciydi.
Bir iftar akşamı da böylece sona ermiş oldu. Bağlantıyı koparmamak için masadakiler ev iftarlarına davet edildi, telefonlar ve mail adresleri alındı. Teşekkürler ve tebrikler ardı arkası kesilmez bir şekilde geldi. Herkes gibi biz de son derece memnun ayrıldık bu geceden.
Anladım ki: Hangi dinden ya da milletten olursak olalım, karşımızdakine “saygı” duymamız kilit noktası. Bunu yapabilmek çok da zor olmasa gerek. Merak ettiğim ise; burada herşey (özellikle saygı noktasında) güllük gülistanlık giderken, biz Türkiye’de neyi paylaşamıyoruz?
02.10.2006
E-Posta:
[email protected]
|