Biz sizi yeterince tanımıyoruz, neden kendinizi bize anlat(a)mıyorsunuz, bir sısım medyanın anlattıklarından çok farklı bir yaşayışınız var. Siz aslında ‘onlar’ın dedikleri gibi değilsiniz ama ‘siz’ kimsiniz?
Ne olmadığımızı ispatlamak zorunda bırakılmak, görüntümüzün (tesettürlü bir hayat tarzını benimsemiş olmamız) bizi kısıtlamadığını, bizim de her şeyi hem de tam mânâsıyla yapabildiğimizi, ‘siz’den farkımızın sadece yaşayış tarzı olduğunu göstermek durumunda bırakıldığımızı ve her nedense bunu hep bir ‘savunma’ şeklinde gerçekleştirdiğimizi fark ediyorum.
‘Biz ve siz’ ikilemini oluşturanlar, hallerinden çok memnun olsa gerek, onlar klişeleşmiş sözlerin arkasına sığınarak, (Yakında İran’a benzeyeceğiz, şuraya bak! daha bu yaşta vah vah, Arabistan’dayız sanki her yerde onlardan var) istediklerini elde etmiş olma rahatlığında koltuklarında kaykıla dursunlar, Taksim’de rastgele dolaşırken rastladığım bir mitinge alkışla destek veren bayan (akademisyen olduğunu sonradan öğrendiğim) “Ben de sizi alkışlıyorum ve tebrik ediyorum” dedi. Harikasınız, çok kaliteli olduğunuzu da biliyoruz. Ama sizin hakkınızda ne denirse densin, ispata gerek yok. Sanmayın ki herkes sizi yanlış tanıyor.
Başka bir bayan da şunları söylüyor:
“Ama siz öyle değilsiniz, çok şaşırdım buna, siz entelektüelsiniz, siz çok okuyan, hem de dünyanın en iyi üniversitelerinde eğitim alabilen dil bilen, aynı zamanda san'atın yakından takipçisisiniz, uluslar arası konferans ve panellerde sunumlar yapan ya da dinleyici olarak katılan sizler çok farklısınız diyerek adeta şok yaşıyor.
Problem aslında şurda başlıyor, biz kendimizin “ne olmadığını ispatlamak” durumunda değiliz. Sadece sürekli bu hal “birileri” tarafından pekiştirilince sanki normal’i buymuş da biz hep taarruza karşı durmak zorundaymışız gibi hissediyoruz.
Oysa ki İslâmın “oku” emrini hayatının tam ortasına yerleştirmiş insanlara “gerici, yobaz” yaftası yapıştırmaya çalışmanın ne derece abesle iştigal olduğu yeterince açık değil mi? Hangi geri, ileri neresi?
Kırsal kesimde yazma takan, ocak başında yemek yapan biriysen, çocuklarına analık kocana kadınlık yapıyorsan tamam, sorun yok istediğin kadar sar başını ama sen kalkıp da okuyorsan koca koca üniversitelerde, bir de sürekli kendini geliştiriyorsan, dünyaya açılıp mevki makam sahibi oluyorsan bir de üstüne başörtü takıyorsan olmadı burada duracak mısın?… Bu nasıl bir paradoks böyle?
Gayr-i müslim bir arkadaş bana şunu dediğinde çok şaşırdım “başörtülüsün ve mutlusun, yani gülümsüyorsun, kocanın zoruyla takmadın ya da ailen zorlamadı, kendi isteğinle ve severek takıyorsun, bunu benim ülkemde kimse böyle bilmiyor. Ben bugün çok büyük bir şey öğrendim, ülkeme gidince herkese bunu anlatacağım “sandığımız gibi değilmiş” diyeceğim, onlar mutlular ve hallerinden memnunlar.
Bütün bu cümleleri bilinçli bir tercih yapıp yaşayışının arkasında gururla durabilenler için söylüyorum Başörtüsü dışında öyle çok kural var ki herkes tarafından da zaman zaman (maalesef) ihlâl edilen. (Yalan söylemek, kalp kırmak, anne babaya karşı gelmek, emanete hıyanet etmek, adaletsizlik yapmak, dedikodu ve kıskançlık…) İnsan olmak ve nefis taşımak da işin içine girince.hatalar geliyor birbiri ardınca.
Tamam, bu kişi başörtülü her yaptığı doğrudur’ (doğru olmalıdır elbet) diyemeyiz, tıpkı turban takmayan ama İslâmın “güzel ahlâk” timsali diye övdüğü insanları (diğer kuralı ihlâl ettiğinden dolayı) yadırgayamayacağımız gibi. İslâm bir bütündür.. Kimse mükemmel değildir, bizim örnek almamız gereken sadece. Hz. Peygamberdir. (asm)
Elimizden geldiğince değil bunun çok daha fazlasını yapmaya ihtiyacımız var.
Yani bütün bu ispatlara gerek yok.
‘Bizi gördüğünüzde otomatiğe bağlanmış bir şekilde ezberlenmiş cümleler sıralıyorsunuz:
Babaannenizin hacca gittiğinden, hatta hafız olduğundan dem vurmasanız da biz sizi severiz merak etmeyin, ya da “benim de içim de var da’ ağır geliyor yaşlanınca örteceğim” demenize de gerek yok ortak yan bulma çabası için. Eteğinizi de çekiştirmenize gerek yok rahat olun; ayrıca ben çoktan değişmiştim de benim çevrem kötü ‘ ‘Keşke herkes sizin gibi olsa hemen kapanırım ‘ ben nice kapalılar gördüm içlerinde neler var” diyerek nefsinizi kandırırken bizi şahit tutmanız da anlamsız.
Bizim ne olmadığımızı ispatlamamız vakit kaybı. Bizi “biz” olarak tanımaya ne dersiniz? (eğer samimiyetle bunu istiyorsanız)
Duyduklarınızdan soyutlanarak, salt kendiniz olarak, Biz de insanız tıpkı sizin gibi, aramızda melek olan var mı? Ben hiç görmedim…
14.08.2006
E-Posta:
[email protected]
|