Zevk ü sefa terennümleri geçiyor gözlerimizin önünden. Bir kaçış bekliyor can, ruhu kemiren bu iç çekişten. Sanki şimdi bir kapı açılacak ve yutuverecek o kalbi. Öyle serkeşlik yerleşiyor ki bedene kendini duvardan duvara vurası geliyor insanın emanet değilmişçesine…
Ver gitsin kendini bilinmezliğe, bekle geçer kaybettiklerin içinden. Bir yürek yangını nasıl geçerse üstünden, sen de öyle geçersin yüreğinin üstünden. Bir çizik daha atarsın diğerlerinin yanına, bir kara nokta daha belirir en değerli parçanda. Kalbin iyi değildir ki sen iyi olasın. Peygamber Efendimiz (asm.) şöyle buyuruyor: “Cesedin içinde bir et parçası vardır ki o iyi olunca bütün ceset iyi olur, o bozuk olursa bütün ceset bozuk olur, dikkat edin, o kalptir.”
Hedonizm uğrunda biriktirirsin her şeyini ve yaşamak bu sanırsın. Her kalkışta aynı acı siren çalar sen inadına adımlarsın, acını yudumlarsın durmadan. Tâ ki kanın siyah akana dek, sen sen olmaktan çıkana dek, sürüklersin hayatını kendi yok oluşlarına.
Bir insan sabahtan akşama ve akşamdan sabaha dek nasıl kumar oynar? Bir makine başında ya da bir masa etrafında gözünü kırpmadan, kendine, harcanılan zamana, sahip olduklarına aldırmadan tıpkı bir robot gibi.
Eşimin konferansı sebebiyle gittiğim ve benim için sadece bir mecburiyet çiçeği (zorunlu gidiş) olmaktan öteye geçmeyen Las Vegas şehrinden bahsediyorum. Casino’suz oteli nerdeyse bulunmayan şehrin küçük bir tablosunu çizeceğim sizlere.
Yaşları 18’den 78’e kadar bay-bayan, büyük-küçük herkesin işgal ettiği oyuncakların (kumar makineleri) olduğu salondan geçmek zorundasınız otel odanıza çıkabilmek için. Başka yol yok mu diyeceksiniz, inanılır gibi değil, yok. İnsanları oyun oynamaya mecbur etmek gibi bir şey bu. Ya da garip bakışlar altında hızlı hızlı salonu adımlamaya. Saraylarda bile bulunmayan dev avizelerin ışıkları altında büyük bir karanlık hissine kapılıyorsunuz önce. Sonra esfel-i sâfilîn geliyor aklınıza.
Para kazandığını zanneden bu insan yığınının eğlenmesi için dev alışveriş merkezleri kurulmuş. Tüketilen hayatların sanki gaye-i hayat buymuşçasına ‘yalancı ışıklarda’ savrulması tüylerinizi ürpertiyor.
Sokaklarda yürümenizi neredeyse imkânsızlaştıran, kadını meta kılan dev posterler, zavallı bir kıyıda kalmışlık, İstanbul’un köhne mahallelerini andıran bu şehrin, çöl ortasında gözünde dolar işareti olanları cezbettiği gerçeği ve oyunlarla yaşayanlar.
“Bu mudur?” diye sormak istiyorsunuz, yani eeee sonra? Ya sonra? Zevklerin sonunda ….senin sonunda?
“Helâl daire keyfe kâfîdir, harama girmeye lüzum yoktur” (Said Nursî) Fıtrata aykırı olmayan her zevkin mahremiyet çizgisinde yaşanabileceğini bilselerdi.
Bilselerdi İslâmî sınırlar içinde yaşanan ve hatta dinimizce yaşanması teşvik edilen zevklerin daha tatlı olduğunu. Yaratılış amacına ters düşen her durumda mutluluk, zevk, eğlence, yerini acı, hüzün ve doyumsuzluğa bırakır.
Kazanmak isterken kaybetmek kendini kaybetmekten daha az acıdır ve kaybolmuşların başında bir kayış vardır ki “Günaha yaklaşırsam yapmam diyemem” (Nazan Bekiroğlu) acziyetini taşır.
26.06.2006
E-Posta:
[email protected]
|