|
|
Tartışmak da bir sanattır
Birden fazla insanın bulunduğu bir ortamda fikir ayrılıklarına düşmemek imkansızdır. Bu ortamlardan biri de aile ortamımızdır. İki kişinin söz hakkı olduğu ve birbirinin yaşantılarıyla bu kadar bağlantılı olduğu bir yerde mutlaka zaman fikir ayrılıkları çıkacaktır. İşte bu durumlarda sorunu çözüp, birbirinizi kırmadan çıkmanın yolları:
Tartışılan konuyu kişileştirmeyin. Onun hoşlanmadığınız davranışlarından konuşuyor olsanız bile genel bir konuda konuşuyormuş gibi davranın. Ses tonunuzun, bakışlarınızın ve jestlerinizin düşmanca olmamasına özen gösterin. Yaklaşımınız daima objektif olsun.
Özel konuları arkadaşlarınızın yanında konuşmak, üstelik de onları hakem yerine koymak gibi bir hataya düşmeyin. Ancak ortada konuşulan genel bir konu varsa ve herkes bu sohbete katılıyorsa siz de fikrinizi söyleyin.
Tartışma sırasında herhangi bir sözüne ya da hareketine sinirlenseniz dahi ona sakın hemen cevap vermeyin. Aksi halde kendinizi hiç söylemek istemediğiniz şeyleri söylerken bulursunuz. Derin bir nefes alın ve 10 saniye düşünün, gerçekten vermek istediğiniz cevabı kafanızda toplayın ve ondan sonra konuşun.
Her zaman genel konularda konuşmayı tercih edin, çünkü bu hem kısırdöngüye girmekten ve karşılıklı suçlamalardan kurtaracak, hem de bilgileri paylaşmanızı ve ilgi duyduğunuz alanlarda birbirinizi geliştirmenizi sağlayacaktır.
Nerede durmanız gerektiğini bilin. Tartışmaktan kaçmak elbette yanlış. Ama bazı durumlar vardır ki sıcağı sıcağına tartışmak yerine zaman geçmesini beklemek ya da tartışmayı kesmek en iyisidir. Onun üzerine gitmeyin ve onun da sizin üstünüze gelmesine izin vermeyin.
Birbirinizi dengelemeyi bilin. Onun daha gergin olduğu durumlarda sizin daha sakin, sizin sinirli olduğunuz durumlarda da onun daha ılımlı olması tartışmanın büyümesini engelleyecektir.
Alaycı tavırlar, küçümseyen bakışlar ve iğneli sözler daima olumsuz etki bırakır ve her şeyi berbat etmekten başka bir işe yaramaz. Tartışma boyunca ciddi, iletişime açık ve anlayışlı olun. Rahatsızlıklarınızı ve görüşlerinizi net bir biçimde ifade edin.
Tartışma bittiyse gerçekten bitsin. İşi uzatmayın ve hiçbir fikir mücadelesinin sonunda gerginlik çıkarmayın.
|
Zeynep TURGUTLU
22.06.2006
|
|
‘Karnedeki notlar ailenin de başarısını gösterir’
Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Tayfun Turan, karnedeki notların sadece öğrencinin değil, ailenin ve eğitim sisteminin de başarısını gösterdiğini belirtti.
Turan, eğitim-öğretim yılının sona ermesiyle birlikte milyonlarca öğrenci ve ailenin de karne heyecanı yaşandığını, ancak karnedeki notların iyi veya kötü olmasının, öğrencilerin psikolojisini bozacak unsur haline getirilmemesi gerektiğini ifade etti. Öğrencinin başarısının, zeka seviyesi, ailesi, çevresi, eğitim sistemi gibi birçok faktöre bağlı olduğunu kaydeden Turan, şunları söyledi: ‘’Karnedeki notlar sadece öğrencinin değil, ailenin ve eğitim sisteminin de başarısını gösterir. Karnedeki notlara göre öğrencinin başarısızlığı söz konusu ise aile, sorumluluğu öğrenciye yüklemek yerine, başarısızlığın sebeplerini araştırmalıdır. Öğretmenle işbirliği yapılarak başarının artırılması için yollar aranmalıdır. Başarısızlığın nedeni psikiyatrik sorun olabilir veya öğrencide fark edilemeyen zeka geriliği olabilir. Ya da öğrenci üzerine düşeni yapsa bile öğretmeninde, arkadaş çevresinde veya ailesinde sorunlar olabilir.’’
‘Karne hediyesi rüşvete dönüşmemeli’
Karnedeki düşük notlar nedeniyle ailelerin çocukları üzerindeki yanlış tutumlarının birçok psikolojik soruna yol açabileceğini vurgulayan Turan, ailenin çocuklarını düşük notlar nedeniyle cezalandırması, başkalarının çocuklarıyla veya kardeşleriyle kıyaslaması ve çocuğa öfke duymasının, öğrencinin kendine olan güvenini azaltabileceğini, okuldan soğuma, evden kaçma ve intihar girişimi gibi sorunlara neden olabileceğini belirtti.
Öğrenciye karnedeki notlarına göre verilecek ödül veya cezaların abartılmaması gerektiğini de ifade eden Turan, şöyle devam etti: ‘’Karnesinde iyi notlar getiren çocuğa (aferin) demek veya küçük bir sevgi gösterisinde bulunmak bile bir ödüldür. Ödülün de cezanın da abartılmaması gerekir. Başarısızlık durumunda çocuğa ceza verilmesini tavsiye etmiyoruz. Bunun yerine başarısızlığın nedenleri araştırılmalı. Başarı için öğrenciye maddi değeri olan hediyeler vaat edilmemeli. Öğrenci, hediye kazanmak için değil kendi geleceği için derslerine çalışması gerektiğinin bilincine varmalı. Ancak, hediye vaat edildiyse de o zaman vaat yerine getirilmeli. Ancak, hiçbir zaman öğrenciye verilen karne hediyesi rüşvete dönüşmemeli.’’
|
22.06.2006
|
|
Çocuğunuzun boyunu ölçebilirsiniz, ya sağlıklı olup olmadığını?
Yaz başladı, ağırlıklı spor aktiviteleri içeren yaz okulları ve yaz kampları öncesi uzmanlar çocuğunuzun mutlaka bir sağlık taramasından geçirilmesini öneriyor. Dr. Pınar Yılmazbaş şu açıklamalarda bulunuyor: “Sporun çocukların yaşamlarına olumlu etkileri artık daha iyi anlaşılmaktadır. Spor çocuğu sadece fiziksel olarak değil, sosyal ve psikolojik olarak da olumlu etkilemektedir.Spor, grupla birlikte çalışma, diğer yaşıtlarla ilişkiler, karar verme yeteneğinin gelişmesini ve güvenini artırmaya da yardımcı olan önemli bir aktivitedir.
Spora başlayacak, spor yapmakta olan çocuk ve gençlerin tam bir fizik muayeneden geçmesi şarttır. Bu muayenenin tercihen spor aktivitesine başlamadan en az 6 hafta önce yapılması gerekir. Böylece varsa geçirilmiş olan spor sakatlıkları ve ileride ortaya çıkabilecek sağlık problemleri de zamanında değerlendirilmiş olur.
Fizik muaynenin en önemli öğesi son derece ayrıntılı bir öykü ve kas-iskelet sistemlerini de içine alan detaylı bir muayenedir. Bu muayenenin en önemli unsurları kan basıncı ve diğer vital bulgular, boy, tartı, fiziksel gelişimin yaşa uygun olup olmadığının değerlendirilmesi ve hem yatarak, hem de otururken kalp muayenesidir.
Anne babalara düşen görevlerin başında spor yaparak çocuklarına örnek olmak gelir. Her çocuk spora başlamadan check-up programından geçmeli, kendi fiziksel kapasitesine göre doğru aktiviteye yönlendirilmelidir.”
|
22.06.2006
|
|
Güleç ailesi piknikte
Bir gün Ebru, Ebrar ve kardeşleri Ahmet, evin içinde koşturuyorlardı. Nasıl koşturmasınlar, piknik heyecanı çoktan sarmıştı. Güleç baba ve Güleç anne onları pikniğe götüreceklerine söz vermişlerdi. Hep birlikte sepetlerini hazırlamışlardı. Salıncak kuracakları iplerini, uçurtmalarını, toplarını ve hamaklarını da unutmamışlardı. Güleç hanım resim çekmeyi çok seviyordu. Oda fotoğraf makinesini almıştı. Gidecekleri yerde kim bilir onları bekleyen manzaralar nasıldır diye de merak ediyordu. Güleç baba okumak için kitap almıştı yanına. Yavrularıyla oyun oynamaya ara verdikleri zaman dinlenmek için okumak hoşuna gidecekti muhakkak. Gidecekleri yerin güzelliğini hepsi merak ediyordu.
Nihayet piknik yerine varmışlar. Onları bekleyen ağaçların altında yemyeşil otların halı gibi serildiği yerlere oturmuşlar. Etraflarını gözlemlemeye başlamışlar. Herkes yapabileceği işi yaptıktan sonra yerleşmişler. Ağacın kocaman dalına da salıncağı kurmuşlar. Ebru, Ebrar ve Ahmet sırayla havalara uçmuşlar. Kuş cıvıltılarına karışan rüzgarın serinliğinde oyunlar oynamışlar. Ahmet uçurtmasını bulutlarla yarıştırmış. Ağacın gövdesindeki minik hayvanlar Güleç ailesini hemen sevmişler. Çünkü onlar daha önce gelen insanlar gibi ağaçların dallarına, hayvanların yuvalarına zarar vermiyorlarmış. Başka gelenler dalları kırdığı, etraflarına zarar verdiği için üzülüyorlarmış.
Bu arada ağacın kovuğundan çıkan cingöz sincap muzip bakışlarıyla sofraya bakıyormuş. Ağzına layık gördüğü bir şey varsa yemek istiyormuş. Etrafı keşfe çıkan Güleç anne çok güzel resimler çekmiş. Yavrularının mutluluk kahkahalarını duydukça içi açılıyormuş. “Çocukları mutlu etmek çok kolay” diye düşünmüş. “Oysa biz onlara hep kısıtlayıcı davranıyoruz.” Bu düşüncelerle yürüyerek oturdukları yere gelmiş. “Oda ne?” diye hayretle bağırmış. Etraf darmadağın yiyecekler etrafa yayılmış. Güleç babanın tepkisi gülmek olmuş. Ortalığı karıştıran muzip sincap çoktan ağaca tırmanmaya başlamış bile. Bu olayları gören piknik komşuları onlara kendi yiyeceklerinden paylaştırmışlar.
Onların sofrasında sincaptan arta kalan yiyecekleri ise karıncalar ellerini çırparak yuvalarına taşımaya başlamışlar bile. Bu arada onlarda kendi yemeklerini yiyiyorlarmış. Bu sırada Ebrar ve Ebru tabaklarını bitiremediklerinden şikayetlenmişler ve Güleç anneye seslenmişler:
“Annecim piknikte bari tabaklarımızı bitirmesek olmaz mı?” Bunun üzerine Güleç baba çocukları çağırıp onlara karıncaların hızlı hızlı nasılda yiyecek taşıdıklarını göstermiş ve şöyle demiş: “Çocuklar görüyor musuz, kimilerinin artıkları kimilerinin kışlık iyeceği oluyor. Allah öyle güzel ayarlamış ki böylece dünya da hiçbir şey ziyasn olmuyor. Bizde io yüzden Tabaklarımızdakileri israf etmemeliyiz, yoksa kainatın düzenini bozmuş oluruz. Var mı aranızda böyle bir şey yapmak isteyen?” Çocuklar bu sözlerin üzerine hemen bitirmişler tabaklarını. Tam o sırada Ahmet fırlamış yerinden:
“Yaşasın! Bugün dua sırası bende hadi dinleyin” demiş ve minik ağzıyla yemek duası okumuş.
Çocuklar oyun oynamaya gittikten sonra, “Ne iyi” demiş Güleç anne:
“Ne iyi ki elindekini Allah için paylaşabilen insanlarla yan yana düştük. Yoksa çocuklarımız için ne de zor bir durum olurdu” demiş.
Bunun üzerine Güleç baba ve Güleç anne piknik komşularıyla yakınlaşmışlar ve büyükler de grup olup muhabbete dalmışlar.
Uçurtmadan sıkılan Ahmet, bulduğu arkadaşlarıyla top oynamaya başlamış. Ebru ve Ebrar yanlarına gelen arkadaşlarıyla tanışmışlar. Salıncaklarına bindirmişler. Salıncak yapılan ip, birazcık bu duruma bozulmuş. Yükü iyice ağırlaştığı için mızıkçılık yapmış.
“Mecbur muyum canım başka çocukları sallamaya?” demiş. Bu sözleri işiten Ebru ve Ebrar ipin gönlünü almışlar.
“Çocukları senin mutlu etmen ne güzel.” Bu sözlerden sonra ipin gönlü olmuş, birazcık da şımararak mızıkçılığı bırakmış. Akşama kadar sallanmak isteyen bütün çocukları sallamış. Cingöz sincap yuvasından tekrar çıkarak başka karıştıracak sepetler bulmaya gitmiş.
Rüzgarın getirdiği mis gibi çiçek kokularıyla, çocukların cıvıltıları etrafa yayılmış. İnsan olmanın verdiği mutlulukla çevrelerini inceliyorlarmış. Herkes yaşına göre yeni arkadaşlıklar kurmuş. Akşam olmaya başlamış. Çevrelerindeki çöpleri toplayan aileler vedalaşarak, tekrar buluşmak için sözleşmişler. Güleç ailesinin minikleri pikniğin ardından günü verimli bitirmenin yorgunluğuyla daha yolda çoktan uykuya dalmış bile.
[email protected]
|
Nevin ALAN
22.06.2006
|
|
Sabahın bereketini yakalayalım
Bereket sabah başlar. Tüm canlılar sabahın ilk ışıklarında uyanıp yiyecek aramaya, çalışmaya başlarlar. İnsanların da rızıklarını kazanmak için, erken kalkma zorunlulukları vardır. Aksi takdirde bereketsiz ve şevksiz bir hayat sürmeleri kaçınılmazdır.
Çünkü Allah-u Teala: “Doğrusu gece neşesi (gece ibadeti, insanın iç dünyasında uyandırdığı) etki bakımından daha kuvvetli, okumak bakımından daha sağlamdır. Çünkü gündüz, senin için uzun uğraşılar vardır.” (Müzzemmil Suresi, 6-7) buyurmaktadır.
Yüce Allah, yarattığı tüm varlıkları ve kainatı bir sistem, hesap ve düzen içinde tertiplemiştir. Geceyi dinlenme, gündüzü çalışma olarak, insanları da bu sisteme uygun şekilde yaratmıştır. Günün ilk saatleri olan sabahı uykuda geçirerek yaradılışa aykırı davranılması, her şeyde olduğu gibi, burada da bir çok olumsuzlukları beraberinde getirmektedir.
Erken kalkıp günü en başından yaşamak, hem daha zinde olmamızı sağlar, hem de verimli çalışarak gün içinde yapılacak işlerin bir çoğunu, henüz gün yarılanmadan bitirmemize sebep olur.
Ayette Yüce Allah, ibadetleri, sessizliğin ve konsantrasyonun yoğun olduğu zaman olan gece yapılmasının daha makbul olacağını bildirmektedir. Dolayısıyla geceleri uyku ve ibadetle geçirmemizi tavsiye etmektedir. Daha sonra “gündüz için uzun uğraşlar vardır” ifadesiyle, insan yaradılışına en uygun olan bu durumu bildirmektedir.
‘…Yarattığı şeylerin şerrinden, Karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden...’ (Felak Suresi, 113)
Yukarıdaki ayette gece yaşantısının insanın yaradılışına uygun olmayan bir zaman olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bu zaman diliminin uykuda ve ibadetle geçmesi, insanlar için en hayırlı olanıdır.
Bir başka ayette ise, ‘Ve nefes almaya başladığı zaman, sabaha...’ (Tekvir Suresi, 18) ifadesiyle sabahın sağlık açısından da önemine dikkat çekilmektedir. Bilindiği gibi oksijenin en bol olduğu saatler sabah saatleridir. Tüm yeşil bitkiler, sabahın ilk ışıklarıyla birlikte kendi besinlerini üretmek üzere, karbondioksiti alarak oksijeni havaya vermeye başlarlar. Güneş battıktan sonra ise, tıpkı bizler gibi solunum yapmaya, yani oksijeni alıp karbondioksiti dışarı vermeye başlarlar. Görüldüğü gibi Yüce Allah, bir lütuf olarak sabah saatlerinin çalışmaya başlamak için en uygun zaman olduğunu ayetler doğrultusunda haber vermiştir. Bu durumun daha bilmediğimiz sayısız hikmetleri olduğu da bir gerçektir.
|
Şenay ÖZER
22.06.2006
|
|
Ailelere sınav sonrası davranış rehberi
Sınav hakkında çocuğunuzla konuşun, sarf ettiği çabayı anladığınızı hissettirin.
Evet….ama, keşke, ben söylememiş miydim, gibi cümleler kullanmayın.
Tehdit etmeyin. Benden bu kadar, başının çaresine bak…, gibi cümleler kullanmayın
Çevreyi gündeme getirmeyin. Biz herkese rezil olduk,şimdi ne diyeceğiz? Vb…
Sınav sonucunu çatışmasız bekleyin.
|
22.06.2006
|
|
|
|