Şemdinli olaylarından bu yana gelişmeler hiç de iç açıcı değildi. Özellikle olayın faili ve suçlusu olarak görülen Astsubay Ali Kaya için Yaşar Büyükanıt Paşa’nın “İyi çocuktur” şeklindeki açıklama yapması meseleyi daha baştan bulandırdı, zihinleri karıştırdı. Bir paşanın böylesine netameli bir dâvâda yargının bağımsızlığını etkileyecek—kendisi o niyette değilse bile—demeçler vermesi Türkiye’de yargının ilk elde “müsavat,” ikinci elde ise “bağımsızlığı” konusunda tartışmaya açılmasına sebep oldu.
Tam bu tartışma alevlenmiş ve “Üniformalı ve yüksek makam sahibi bir resmî görevli böylesine beyanatta bulunamaz, bulunmamalıydı. Orduya şaibe bulaşır” söylemlerinin dile getirildiği hengâmda birden Van Cumhuriyet Savcısı Ferhat Sarıkaya apar topar ve alelacele görevden alınınca işler sarpa sardı. Artık meseleyi rejim krizi ve hükümete muhtıra verildi merhalesine kadar getirenler oldu.
Şuydu, buydu neticede kamuoyu nezdinde zedelenen Türk yargı sistemiydi öncelikle, sonra da tarafsızlığıyla, güvenilirliğiyle hemen her anketten birinci çıkan Türk Silâhlı Kuvvetleriydi. Olayı Ağustos’ta genelkurmay başkanı oluşunu engellemek için Yaşar Büyükanıt Paşaya bir komplo şeklinde yorumlayarak işi mecrasından çıkaranlar yanılıyorlardı. Çünkü bu olaydan sonra Yaşar Büyükanıt Paşadan çok ordunun kendisi töhmet altında kaldı. “Onlar vatan için canlarını veriyorlar, savaşıyorlar. Onlar vatansever, yurtseverdirler” şeklindeki trajik ve dramatik yaklaşımlar ise halk arasında vatanseverliği bile günlük tartışma ve polemik konusu haline getirdi. Öyle ya sadece üniformalı askerler mi vatanseverdi? Sadece silâhlı güç ve kuvvetler mi vatanı seviyordu? Bunların dışında kalanlar meselâ sivil toplum kuruluşu mensupları, bir öğretmen, bir memur, bir doktor, bir savcı veya bir hakim vatansever değil miydi? Üstelik vatanseverliği icra ederken askerler devletten maaş almıyorlar mıydı, diğer kamu görevlileri gibi. Bu durumda para karşılığı vatanı korumak vatanseverliğin hangi versiyonunu temsil ediyordu? Bir sürü bu ve buna benzer tartışmalar kahve toplantılarında, ev ziyaretlerinde, orada burada konuşuluyordu.
Hemen herkes İstihbarat Daire Başkanı Sabri Uzun’un da fazla uzun sürmeyen bir uygulamayla görevden alınması üzerine Kurtlar Vadisi'nin bitiş bölümlerindeki yargılanma şekline benzer bir sonucu peşin peşin kabullenmişti neredeyse. “Biz ne yaptıysak vatan için yaptık hakim bey” diyerek gözlerimizi yaşartan o son bölümlerdeki savunmalardan sonra bir takım müşavere ve meşveret, bir takım emir ve direktifler sonucunda beraatle sonuçlanması, işin pek de derinlerde seyrettiğinin mesajını çoktan vermişti kitlelere.
Neticede iki astsubayın yaklaşık 40 yıla mahkûm edilmesi yeni bir sayfa açtı. Sanıklar asker olunca acaba adalette eşitlik ilkesi uygulanacak mıydı? Yargının bu kararına acaba bazı makamlar müdahele edecek miydi, özellikle asker cenahı bunu bir onur meselesi yapacak mıydı? Ali Kaya ile Özcan İldeniz’in mahkumiyeti, PKK ya da bazı dış güçlerin Türk ordusunun şahsında Türkiye Cumhuriyetinden bir intikam alması mıydı? Temyizden dönecek miydi? Mesele Yargıtay’a intikal edince işin boyutu daha büyük müdahele ve krizlere yol açacak mıydı? Sanmıyoruz, ama kesin konuşamıyoruz da.
Bir kere Atabaylar, Ergenekonlar, Vatansever Güçler Birliği, vs. gibi çetelerin zuhurundan, deşifre edilmesinden ve bunların çalışma yöntemlerinin hukuka aykırılığından sonra cihet-i askeriyenin bu dâvâya daha temkinli ve dikkatli yaklaşacağını hatta davanın seyrini etkileyebilecek hiçbir imada bulunmayacağını umuyoruz.
Kısaca durum “Ankara’da askerler” var sansasyonundan çıkıp “Ankara’da, Van’da, Şemdinli’de kısaca tüm Türkiye’de hakimler var” itibarına gelindiğini gösterecek bir seyir içindedir kanaatindeyiz. Unutulmasın ki askerler devletin bekçisidir. Ama adalet de mülkün yani devletin temelidir. Bakalım bu sınavdan yüzümüzün akıyla çıkacak mıyız?
Not: Halil Uslu Ağabeyime taziyetlerimi sunarım.
22.06.2006
E-Posta:
[email protected]
|