Geçen hafta başında, Ankara’da Avrupa Birliği konusunda hareketli saatler yaşandı. Türkiye, 1959’dan beri hedeflediği Avrupa Birliği üyelik sürecinin en önemli aşaması olan fiilî müzakerelere, sancılı da olsa “nihayet” başladı.
AB ile ilgili bütün kritik toplantılar öncesi yaşanan “zor saatler”, oluşan “geleneğe” uygun olarak aynen yaşandı. Türkiye’nin adaylığının ilân edildiği 11 Aralık 1999’da, müzakerelere başlama tarihinin açıklandığı 17 Aralık 2004’te ve müzakerelerin ön aşaması olan taramaları başlatma kararının alındığı 3 Ekim 2005’te neredeyse ipler kopma noktasına geliyor, saatler süren diplomasi trafiğinin ardından yeniden “rota”ya giriyor. Anlaşılan o ki, “Çin işkencesi”ne dönen bu durum, Türkiye’nin AB yolculuğunda hep önüne çıkacak.
Türkiye-AB ilişkileri karşılıklıdır. Rum yönetimi ve Yunanistan da dahil, AB ülkeleri Türkiye ile ilişkilerini koparmak istemeyeceklerdir. Çünkü, AB için Türkiye, ihmale gelmeyecek büyük bir ülkedir. Bu yüzden AB, Kıbrıs’ın Türkiye’yi engellemesine izin vermemesi ve insan hakları, demokrasiye bağlılık, ekonomik reform gibi esaslı meselelerde müzakere edebilmesi herkesin yararına olacaktır.
***
Türkiye ile AB arasında müzakere edilecek 35 konu başlığı bulunuyor. Bu konu başlıklarından bazılarını sıralarsak; yargı ve temel haklar, adalet, özgürlük ve güvenlik, çevre, tarım, ulaştırma, dış politika, güvenlik ve savunma politikası…
35 başlıktan oluşan müzakere sürecinde, her ülkenin toplam 71 kez veto hakkı bulunuyor. Müzakere başlıklarının açılıp kapanması ve sonucunda toplu olarak “katılım anlaşmasına” onay verme hakkına sahip olan AB ülkeleri, 71 kez veto edebilme imkânına sahip. Bu hesap AB’nin 25 üyesiyle yapıldığı takdirde toplam veto hakkı sayısı bin 775’i buluyor. Bu vetolar müzakerelerin her aşamasında yaşanacak. Türkiye bunlara hazırlıklı olmalı…
“AB gerekirse bu fasla, uygun ortamda geri dönecektir” ve “Türkiye taahhütlerini yerine getirmezse, bütün müzakere süreci etkilenir” ifadelerinin metne yerleştirilmesi de bunun en büyük delili… Kaldı ki, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül de, AB sürecinin asfalt bir yol olmadığını belirtirken, “Müzakere sürecinin ileriki aşamalarında da sorunlar yaşayabiliriz. Buna hazırlıklı olalım” diyerek bu gerçeğin altını çiziyor.
***
AB ve Türkiye arasındaki ilişkilerde en önemli karar organı rolü oynayan Ortaklık Konseyi toplantısının ardından yayınlanan AB ortak tutum belgesinde, sivil ve askerler arasındaki ilişkilere atıfta bulunulurken, “geçen yıl bazı değişiklikler uygulamaya sokulsa bile, sivillerin askerler üzerindeki kontrolünün AB ülkelerindeki standartlara getirilmesi gerektiği”ne dikkat çekiliyor ve “askerî yetkililerin yalnızca askerî konularda demeçler vermesi gerektiği” ifade ediliyor.
Belgede, ifade özgürlüğüyle ilgili ciddî endişelerin sürdüğü belirtilerek, olumlu gelişmelere, şiddet ihtiva etmemesine rağmen, kişilerin açıklamaları ve konuşmaları sebebiyle dâvâ açılması eleştiriliyor. Türkiye’de reformların yavaşladığına dikkat çekiliyor ve daha fazla çaba gösterilmesi isteniyor.
***
Kamuoyu, bütün bu gelişmelerden sonra, şu anda icranın başında olan hükümetten, düşünce ve fikir hürriyetinde “geri adım” olarak değerlendirilen Terörlü Mücadele Kanunu yerine, hürriyetleri genişletici adımlar atmasını, yanlışta ısrar etmemesini beklemekte. Hem AB, hem de Türk halkı reformların cesaret ve kararlılıkla hızlandırılıp, hayata geçirilmesi arzu ediyor.
AB üyeliği bir iç siyaset malzeme olmaktan çıkarılıp, demokratik reform sürecini ve bunların uygulama sürecinin hızlandırılması gerekiyor. Siyasetçiler, üniversiteler, sivil toplum örgütleri ve kamuoyu bu sürece katkıda bulunmalıdır.
Türkiye’nin demokratik standartları yakalaması insanımızın hakkıdır.
18.06.2006
E-Posta:
[email protected]
|