DEĞİŞEN ROLLER
1877 Osmanlı-Rus harbinin akabinde imzalanan Ayastefanos Antlaşmasıyla, Büyük Bulgaristan hayali kuvveden fiile çıkmıştır. Avrupalı güçler, Rusların Truva atı olan Büyük Bulgaristan’ı hoş karşılamadılar. Berlin Kongresi aktedildi. Buna göre, bölge yeniden paylaşıma sahne oldu. Batılılar Osmanlıların gerilemesini arzuluyor, fakat onun yerini Rusların doldurmasını da istemiyorlardı. Meseleye bu zaviyeden bakıyorlardı. Bu yeni dağılıma göre, Büyük Bulgaristan kuruluyor, Garbî Rumeli vilayeti ise, özerk bir yapı haline getiriliyordu. Makedonya ise, reformlar yapılmak kaydı şartıyla, Osmanlı devletine bırakılıyordu. Bulgaristan Prensliği 1885 yılında Şarkî Rumeli Vilayetini ilhak etmesinden sonra, kendisine hedef olarak Makedonya’yı seçti. Bulgarlar Ekzarhlık vasıtasıyla aktif bir kilise ve okul siyaseti izlemeye başladı. Bunun sonucu, 19. yüzyılda Makedonya’da bir çeşit soğuk savaş dönemi yaşandı. Nüfus üzerinden nüfûz savaşı veriliyordu. Çeşitli istatistiklerde Makedon (Osmanlılara göre Bulgar) nüfusu yüksek gösteriliyordu. Bunun sebebi, ayrılığa zemin ihzar etmekti. Bunun üzerine Hüseyin Hilmi Paşa, 1904 yılında, bölgede bir nüfus sayımı yaptırdı. Sayım sonucuna göre, Selanik, Manastır ve Kosova vilayetlerinde toplam 2.911.721 kişi yaşıyordu. Bunların 1.508. 507’si Müslüman, 896.497’si Bulgar, 307.001’i Rum ve geri kalanı da diğer milletlerden oluşuyordu. Bulgar, Rum ve Sırplar, bu sayımı kabul etmediler. Oranların daha yüksek olduğunu ileri sürüyorlardı. Günümüzde bu tablo tam tersine dönmüş durumdadır. Makedonya’da resmî veriler Müslümanları yüzde 30 gösterirken, Müslümanlar bu oranın doğru olmadığını en azından yüzde 40 ve 45 seviyesinde olduklarını söylüyorlar. Onlar da yüzyıl sonra Makedonların yaptığı sayımı reddediyorlar. Sanki tarihin bir misillemesi. Demek ki bu, Balkanlar’ın talihi veya talihsizliği.
Balkan Savaşları sonrasında, Avrupa devletleri Osmanlı’nın kazanımlarını saymazken, Yunanlıların ve diğerlerinin kazanımını saydı. Aynı politika bugün de sürdürülmektedir. Tito, nüfus olarak Kosova’nın dörtte bir oranında olan 400 binlik Karadağ’a cumhuriyet statüsü verirken, Kosova’ya aynı statüyü vermemiştir. Bugün dahi, 2 milyonluk Kosova hâlâ bağımsız olup olmayacağını bilmezken, onun dörtte biri oranındaki Karadağ, referandum sonucu bağımsızlığını ilân etti bile. Hem nüfus olarak kalabalık, hem de Sırplarla hiç bir bağı (din, dil, ırk ve kültür) olmayan Kosova’nın statüsü hâlâ Sırpların keyfini beklemede. Bu kayırmalar, Osmanlı döneminde gayr-i Müslim tebayı, Çargrad olan İstanbul’a karşı kışkırtmıştır. Ruslar ve Slavlar, İstanbul için, Cezar adından gelme ‘çar’ sözcüğü ile Çargrad ifadesini kullanırlar. Balkan komitacılığını azdıran husus, Batılı devletlerin adalet ölçüsü gözetmeyen kayırmaları olmuştur.
Haziran 1908’de, İngiliz ve Rus hükümdarları Reval’de bir araya gelerek, Makedonya’daki Osmanlı hakimiyetine son vereceği ileri sürülen bir reform paketi hazırlarlar. Bu paket, sadece gayr-i Müslim tebayı değil, aynı zamanda ‘son Balkan parçası da elimizden uçup gidecek’ diye Jön Türkleri de kışkırtır. Bunun üzerine Jön Türkler II. Abdülhamid’e kazan kaldırırlar ve neticesinde 24 Temmuz 1908’te Meşrûtiyet yeniden ilân edilir. 1908 yılında bağımsızlığını ilân eden Bulgaristan, Makedonya’daki soydaşlarının zorla Türkleştirildiği yolunda kesif bir propagandaya başlar. Osmanlı hükümetinin tedbirleri karşısında, Makedonya’da o zamana kadar elde etmiş oldukları nüfûzu kaybetmekten korkan Balkan devletleri, Rusya’nın destek ve telkinleriyle Osmanlı Devletine 1912 sonlarında savaş ilân eder. Bu savaş sonunda, Mayıs 1913’te Londra’da imzalanan anlaşmaya göre, Osmanlı Devleti, diğer Balkan topraklarının yanında, Makedonya’nın da tamamını kaybetti.
Ne ilginçtir, Bulgarlar zorla Türkleştirme kampanyası ile veya bühtanı ile suçladıkları Türkleri, 75 yıl sonra gerçekten de Belene gibi kamplarda Bulgarlaştırmaya kalkıştılar.
Balkan ülkeleri arasında, halen en iyi şekilde Osmanlı mirasını ve mozaiğini yansıtan Balkan ülkesi Makedonya’dır. Sebebine gelince, Osmanlı barışı ittihad-ı anasıra dayanıyordu. Bu açıdan Saraybosna ve Üsküp gibi Osmanlı şehirleri ortak hayatın açık müzesidir. Bununla birlikte Makedonya’nın Bosna’dan farkı şudur: Bosna Müslüman olarak tek unsuru barındırıyor. Kosova’da da yine Arnavut ağırlığı var. Ve dolayısıyla bunlarda ittihad-ı anasır unsuru zayıf. Halbuki Üsküp ve Makedonya böyle değil. Arnavutluk da öyle. Arnavutluk komünizm döneminde köklerine yabancılaşmış ve Osmanlı devrine redd-i mirasta bulunmuştur. Kosova da, milliyetçilik nokta-i nazarından, aynısını yapmıştır. Bundan dolayı hem Kosova, hem de Arnavutluk’ta Arnavutlar ve dolayısıyla Müslümanlar sûretâ hakim güç olsalar da, bu iki bölgede Hıristiyan etkisi veya misyoner etkisi, Makedonya’ya nazaran çok daha güçlüdür. Halbuki, neticede Makedonya Hıristiyan bir ülkedir. Dolayısıyla, Makedonya Müslümanlarını diri tutan panzehir, hâlâ Osmanlı bağlılığıdır. Osmanlı’nın görünmeyen etkileridir. Osmanlı’ya karşı yabancılaşma, İslâma karşı yabancılaşmayı da beraberinde getirmiştir.
OSMANLI MOZAİĞİ AB’DE
YENİDEN BULUŞABİLECEK Mİ?
Eskiden Yugoslavya içinde Bosna-Hersek, Sırp-Hırvat ikili dengesi ve sarkacı içinde nefes alıyordu. Cemaleddin Latiç, Bosna’nın AB’ye girmesi halinde Hıristiyan kuşağı dengeleyecek karşı ağırlıkta Türkiye gibi ülkelere ihtiyaç olduğunu söylemişti. Küçük ülkelerin tek başlarına var olmaları mümkün değil. Sırbistan’dan kurtulan, başka bir Sırbistan’ın ağına takılacaktır. Eskiden SSCB peyki olan ülkelerin, bir şekilde bugün, AB şemsiyesi altına girdiklerini görmekteyiz. Makedonya da öyle olacaktır. Yugoslavya’dan kopan ülkelerin, yine benzeri bir çatı altına girmeleri zorunlu gözüküyor. Makedonya gibi ülkeler; İtalya, Yunanistan ve Türkiye gibi ülkelerin çekimi altında bulunuyor. Makedonya da AB’ye girmek istiyor. Sabahaddin Zaim bu noktada onları yüreklendirdi. Behicüddin Şihabi ise Osmanlı bakiyyesi olarak, Türkiye ile diğer parçaların yeniden AB çatısı altında birleşebileceği temennisini dile getirdi. Tabiî ki geleceğin nelere sahne olacağını şimdiden kestirmek mümkün değil.
Roma’nın Via Egnatsia’sından Osmanlı Yeşil Kuşağına, Makedonya tam merkezde bulunuyor. Osmanlı Yeşil Kuşağı Bosna’dan başlıyor, Sancak’tan doğuya doğru sarkarak Kosova, Makedonya ve Arnavutluk’a uğruyor ve oradan Batı Trakya ve güney Bulgaristan üzerinden Anadolu’ya ulaşıyordu. Almanya’nın da B’lerden oluşan bir güzergâhı olduğu söylenir. Berlin, Belgrad, Bağdat boyunca giden güzergâh. Sırpların ve Batılıların uğraşmaları sonucu, bu Yeşil Kuşak yer yer harabe ve viran oldu. Adriyatik’ten Çin Seddi’ne Türk dünyası tabiri de aslında bunun bir sonucudur. Adriyatik kıyılarından ve Bar şehrinden çıktığınızda, hangi güzergâhı kullanırsanız kullanın, Çin Seddi’ne kadar gittiğinizde Türkçe’nin dışında bir lisan kullanmadan hedefinize ulaşırsınız. Özal’a atfedilen veya maledilen bu söz, aslında onun sözü değil. O kullansa bile. Çerkezzade Halil Halid Bey, Arap ve Türk adlı kitabında bu sözü, Alman müşteşriklere dayandırıyor.
—Devam Edecek—
|