KUM ŞEHRİ
Kum, muhafazakâr ve mütevazî bir medreseler şehri. 97 ülkeden on binden fazla öğrencisi olan Yabancı Öğrenciler Merkezi, şehrin en görkemli eğitim birimlerinden…
Kum, İran tarihinde hep dinî değerleri temsil etmiş.
Pehlevi Hanedanlığından Şah Rıza Han, Cumhuriyetin ilk yıllarında Türkiye’ye geldiğinde, yapılan inkılâblara hayran kalarak aynısını İran’da da gerçekleştirmek istemiş. “Orada kabullenilirse, her yerde kabullenilir” düşüncesiyle, yeniliklere Kum şehrinden başlamış. Olaylar şöyle gelişmiş: Han’ın eşi ve kızları Kum’daki bir dinî merkeze başları açık olarak gelmişler. Şah, onları ikaz eden Hoca’yı halkın önünde şiddetle cezalandırmış. Akabinde, “Tüm kadınlar başlarını açacaklar” emri güvenlik kuvvetlerinin de desteğiyle uygulanmaya başlamış.
İlginçtir, sokaklarda tek tük gördüğümüz kadınların hepsi, Tahran’daki çoğu hemcinslerinin aksine tesettür konusunda azamî dikkatlilerdi.
KİTAP HASTAHANESİ
Eski kitapların olduğu yerde, şüphesiz türlü haşarat da mevcut. Laboratuvar çalışmalarında kitap düşmanı haşereleri 70 ana grupta tesbit etmişler. Tabiî bunların alt grupları da var. Meselâ, hamam böceğinin 1000 çeşit alt grubu olduğunu biliyor muydunuz?
Kütüphanenin karantina bölgesinde, dışarıdan gelen her kitap, üç gün boyunca özel işleme tâbi tutularak, haşere ve mantarlardan temizleniyor. Daha sonra, tamire ihtiyacı varsa, neresinin onarıldığını anlayamayacağınız kadar aslına uygun şekilde bakıma alınıyor.
Sergilenenler hariç, bir de el yazmalarının ana merkezi var. Yangına, zelzeleye, neme, toza, ısıya karşı korunaklı bu bölümün kapısı bir ton ağırlığında. Duvarları 70 cm kalınlıkta. Her hangi bir yangında ortamdaki oksijeni 5 saniye içinde emen bir gaz tertibatı, yangın söndürme aracı olarak kullanılıyor. Kitapların olduğu mahallerden su boruları kesinlikle geçmiyor, hatta bu alanlarda çay bile içilmiyor.
Yedi katlı kütüphanenin ısı ve havalandırma sistemini kontrol eden merkezse, adeta bir fabrikayı andırıyor…
Kitaplara gösterilen ihtimam had safhada…
BİR KİTAP AŞIĞI: AYETULLAH MARAŞİ NECEFî
“Benden kitap isteyen kimse, ben bu kitabı sana vermezsem üzülme.
İnsanların âlemdeki gerçek sevgilisi kitaptır.
Sevgililer başkasına verilmez.”
Bu şiir, kütüphanenin kurucusu Necefî’ye ait. 37 bin kitabı, şiirinde bahsettiği sistemle oluşturup, kitaplarını vakfedip, ücretsiz faydalanılmasını vasiyet ediyor. (Gerçekten de bugün dünyanın bir çok kütüphanesinden istenen kitap mikrofilmleri ücretsiz olarak gönderilip, karşılığında onlardan da farklı bir kitabın mikrofilmi istenmekte.)
Bu kitap sevdasının ilginç de bir başlangıç hikâyesi var: Yüzyılın başında Necef’te henüz gencecikken, işgalci Batılıların el yazması eserlere büyük ilgi gösterdiğini fark eden Necefî, “Bunların dilleri, dinleri başka olduğu halde, fıkıh kitaplarımıza varıncaya kadar neden topluyorlar?” diye merak eder. Araştırdığında, bu kitapların İslâmı tahrif edip, Müslümanları birbirinden soğutmak amacıyla toplandığını görür. Ve hiç parası olmadığı halde, o da el yazmaları toplamaya başlar. Geceleri pirinç ayıklar, hatim okur, yediği yemeğin öğününü, miktarını azaltır. Çok farklı işlerde çalışıp, kazandığı parayı el yazmalarına yatırır… Hatta, bu konuda o kadar başarılıdır ki, dönemin İngiliz Konsolosu ile bir kitabı paylaşamazlar. Kitabı teslim etmediği için hapse atılır…
Muhammed Hüseyin Bey, kimi kitapların iç kapağına Necefî’nin düştüğü notları okuyor, ibretle dinliyorum: “Bu kitabı aldığımda 24 saattir ağzıma hiçbir yemek girmedi… Bu kitabı aldığım için üç gündür tek öğün yemek yiyorum… Allah’ım Senden başka kimsenin yardımını beklemiyorum…”
Necefî, kılık kıyafeti ile de işgalci güçleri protesto eder. Hayatı boyunca giydiği her kıyafet kendi ülkesinin çizgilerini, emeğini taşır…
Kendisiyle ilgili anlatılan bir anekdotu da paylaşmak isterim: Kum’da kadınların başlarının zorla açıldığı günlerde, yanı başındaki bir hanımın örtüsünün görevlilerce yırtıldığını görünce, büyük bir tepki göstererek, kadını korur ve “Benim koruyucum Allah’tır” der. Halk, “Herhalde yarın Necefî’nin cenaze namazını kılarız” diye düşünürken, sorumlu müdür geceleyin gittiği ziyarette büyük bir kaza geçirerek vefat eder.
Kütüphanenin kurucusu Necefî, “Mezarımı kitapseverlerin ayakları altına yapınız” dediğinden mezarı kütüphanenin girişinde yer alıyor.
İşte, on yıl önce, 96 yaşında vefat eden dünyanın üçüncü büyük el yazmaları kütüphanesi kurucusu, kitaplara aşık Necefî’nin hikâyesi…
DÜNYANIN 3. BÜYÜK EL YAZMASI KÜTÜPHANESİ
Dünyanın üçüncü büyük el yazması kütüphanesi de Kum’da. Necefî Kütüphanesinde 37 bin cilt el yazması eser bulunmakta. Kütüphanenin en eski kitabı, 1300 yıllık bir Kur’ân-ı Kerim.
Kitapların çoğu keçi, ceylan derisi üzerine yazılmış. At kılıyla, hatta mürekkep olmaksızın, sadece tırnaklar kullanılarak yazılan eserler mevcut.
Duâ, fıkıh, cifir, astronomi, coğrafya, tarih, gezi, müzik… Hemen her alanda kitaplar mevcut. Hz. Ali’nin (r.a.) yaptığı zikirlerin toplandığı kitaplar ayrı bir bölümde ihtimamla sergilenmekte.
Sadece İslâm dinine ait değil, diğer dinlere ait el yazmaları da var. Kütüphane Sorumlusu Muhammed Hüseyin Bey, bir hatırasını gülümseyerek anlatıyor: Kütüphaneyi ziyaret için gelen Siyonizm karşıtı bir grup haham İbranice yazılmış el yazmalarını görünce çocuklar gibi sevinip, “Biz devrim olunca bütün farklı dinlere ait kitapları yakmışsınızdır diye düşünmüştük. Siz hem muhafaza etmiş, hem de sergiliyorsunuz” demişler.
Devam edecek
|