|
|
ÂYET-İ KERİME MEÂLİ
Orada ebedî olarak kalacaklar ve kendilerine ne bir dost, ne de bir yardımcı bulamayacaklardır.
Ahzâb Sûresi: 65
|
18.06.2006
|
|
HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ
Kim bir toplulukta hurma yerse, onların izni dışında ikişer ikişer yemesin.
Câmiü’s-Sağir, c. 3, No: 3596
|
18.06.2006
|
|
Baba haksız da olsa, ona isyan edilemez
Bir zaman “Küçük Isparta” namını alan ve her yerden ziyade, geçen meselemizde hapis musibetini çeken İnebolu ve civarı kardeşlerimin gayet güzel ve samîmane mektupları beni çok mesrur eyledi. Yalnız, Risâle-i Nur’un kahramanlarından baba-oğulun meşrebleri ayrı ayrı olduğundan, birbiriyle tam imtizaç edemediklerinden endişe ediyorum. Baba ne kadar haksız da olsa, oğul, onun rızasını tahsil etmeye mecburdur. Oğul da ne kadar serkeş de olsa, baba, şefkat-i fıtriyesini ona karşı esirgemez ve esirgememeli. Değil böyle baba ve evlât ve mümtaz seciyeli ve Risâle-i Nur’un baş şakirtleri, belki birbirinden çok uzak ve düşman da olsalar, Risâle-i Nur’un hatırı için Risâle-i Nur şakirtlerinin mabeynindeki tefani, birbirini tenkit etmemek, kusurunu affetmek düsturuyla bu iki kardeşim, dünyevî ve cüz’î ve hissî şeyleri medar-ı münakaşa etmesinler. Pederlik ve veletliğin iktiza ettiği hürmet ve şefkatle beraber, Nur’un şakirtliği iktiza ettiği kusura bakmamak ve affetmek ve benim çok sevdiğim iki kardeşim, benim hatırım için, birbirini tenkit etmemek lâzım geliyor.
Umum kardeşlerime birer birer selâm ve duâ ediyoruz.
Emirdağ Lâhikası, s. 78-79
***
Mâdem peder kimseyi değil, yalnız veledinin kendinden daha ziyâde iyi olmasını ister; ona mukabil, veled dahi pedere karşı hak dâvâ edemez. Demek vâlideyn ve veled ortasında fıtraten sebeb-i münâkaşa yok. Zîrâ münâkaşa, ya gıpta ve hasedden gelir. Pederde oğluna karşı o yok. Veya münâkaşa, haksızlıktan gelir. Veledin hakkı yoktur ki, pederine karşı hak dâvâ etsin. Pederini haksız görse de, ona isyan edemez. Demek, pederine isyan eden ve onu rencide eden, insan bozması bir canavardır.
Sözler, s. 583
Lügatçe:
muvakkat: Geçici.
meşreb: 1- Yaradılış, tabiat, huy, mizaç, ahlâk. 2- Tavır, tutum, meslek. 3- Âdet.
imtizaç: 1- Uyuşma, bağdaşma. 2- İyi geçinme. 3- Kaynaşma.
mabeyn: Ara, iki şeyin arası.
tefani: Birbirinde fani olma, fikren arkadaşının meziyet ve hissiyatı ile yaşama.
veled: Çocuk.
vâlideyn: Ana-baba.
hased: Kıskançlık.
|
18.06.2006
|
|
Bediüzzaman biyografileri ve yapılması gereken çalışmalar
Bediüzzaman Said Nursî ile ilgili geçmişten günümüze kadar yapılan biyografi çalışmalarının yeterli olamadığını, onun hayatını hakkıyla araştıramadığımızı itiraf etmek zorundayız. Günümüze kadar yapılan çalışmaların iki elin parmakları kadar olmaması, bizim bu konudaki en büyük eksikliğimiz olarak orta yerde durmaktadır. Dilerseniz bugüne kadar ortaya konan çalışmaları hatırlayalım ve “Gelecekte ne yapabiliriz?” sorusuna hep beraberce cevap arayalım.
Bediüzzaman’ın ilk tarihçe-i hayatı, en eski talebelerinden olan Müküslü Hamza Efendi tarafından M. 1918 yılında yazılmıştır. Arapça İşârâtü’l-İ’câz adlı eserin sonuna ilâve edilen bu eser beş sayfadan ibaret olup, Bediüzzaman’ın Siirt, Bitlis ve Van’da geçen Medrese hayatıyla ilgili ilginç anekdotları ihtiva etmektedir. Kitabın muhtevası 1959 yılında Nur Talebeleri tarafından basılan Tarihçe-i Hayat’a da aynen aktarılmıştır. Bu eserde Bediüzzaman’ın doğum tarihi dışında hiçbir tarih bilgisine yer verilmemesi, araştırmacıların işini zorlaştırmıştır.
Bediüzzaman’ın yazılan ikinci tarihçe-i hayatı, kardeşinin oğlu Abdurrahman tarafından M.1919 yılında kaleme alınmıştır. Bu tarihçede de yukarıda bahsettiğimiz konular tekrarlanmakla beraber ilâveten Bediüzzaman’ın Cizre ve Mardin hayatından Birinci Dünya Savaşına kadar geçen olaylar, ayrıntılı bir şekilde dile getirilmiştir. Fakat diğer eserde olduğu gibi, olaylara tarih düşülmemesi büyük bir eksiklik olarak kabul edilmelidir.
1952 yılında, Risâle-i Nur Müellifi Said Nur ve Nurculuk adlı eseriyle gazeteci ve fikir adamı Eşref Edip Fergan, Bediüzzaman’ı anlatan bir eser yayınlar. Her ne kadar yazıldığı dönem itibariyle çok önemli bir çalışma ise de, ancak bu eserde de fazlaca ayrıntılı bilgilere ve akademik çalışmaya rastlayamıyoruz.
1958 yılında Nur Talebeleri tarafından neşredilen Tarihçe-i Hayat eseri de yukarıda anlatmaya çalıştığımız eserlerden faydalanılarak hazırlanmıştır. Ancak Bediüzzaman’ın kronolojik hayatı ile birlikte tarih sırasına göre telif edilen risâle ve lâhikaları içinde barındırdığı için Risâle-i Nur Külliyatı’ndan bir eser olarak kabul edilmiştir. Eserin en önemli bir özelliği de Bediüzzaman’ın hayatta iken gördüğü ve kendi kontrolünden geçirmiş olduğu gerçeğidir. Hatta Bediüzzaman bir çok konunun yazılmasına müsaade etmemiş ve yayınlanmasına izin vermemiştir.
Bediüzzaman Said Nursî’nin vefatından on dört sene sonra ilk defa bilgi ve belge ağırlıklı ve kronolojik olarak, Necmettin Şahiner tarafından hazırlanan ve 1974 yılında Yeni Asya Yayınları tarafından basılan ‘Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said Nursî’ adlı eser kaynak olarak kabul edilmeye başlandı. Bediüzzaman ile ilgili yazılan bütün eserlerde bu kitap referans olarak gösterildi. Bu eserde de yer yer, tarih ve şahıs hataları görülmekle birlikte, daha sonraki baskılarda düzeltmeler yapılmıştır. Bundan sonra yapılması gereken, bu kronolojik bilgilerin, detaylandırılarak daha fazla bilgi ve belge ile ayrıntılara inilerek genişlendirilmesidir.
Yılların geçmesiyle ve geçmişten alınan dersler 1991 yılında Abdülkadir Badıllı’ya ‘Bediüzzaman Said-i Nursî Mufassal Tarihçe-i Hayatı’ adlı üç cilt olarak yayınlama imkânını verdi. Bu eser şimdiye kadar yazılan biyografilerin en geniş kapsamlısıdır. Bu eserde Necmettin Şahiner’in kronolojik bilgileri esas alınarak bazı tarihler tashih edilip, bazı olaylar geniş bir şekilde detaylandırılmıştır. Ve ilâve olarak bir çok belge yayınlanmıştır.
Buraya kadar aktardığımız biyografi çalışmalarından da anlaşılacağı üzere, Bediüzzaman’ın hayatı hep şahsî himmet ve gayretlerle araştırılmış. Bu araştırmalarda en küçük emeği geçenleri minnetle anıyoruz. Gelecek olan nesillerce yaptıkları hizmet unutulmayacaktır.
Bize gelince, Bediüzzaman’ın hayatı konusunda çok işler var. Her şeyden önce bu konuda sosyal bilimcilere ve özellikle tarih uzmanlarına büyük görevler düşmektedir. Onun için,
1) Bir an önce Bediüzzaman’ın Hayatını Araştırma Komisyonu teşekkül ettirilmeli.
2) Bu komisyonda sosyal bilimcilerin ve özellikle tarihçilerin yer alması sağlanmalı.
3) Devlet Arşivlerinde Bediüzzaman’la ilgili bütün belgelerin toplanması için gerekli çalışmalar başlatılmalı.
4) Osmanlı döneminde Bediüzzaman’ın yaşadığı illerin Şer’iyye Sicilleri incelenmeli.
5) Bediüzzaman’ın uğradığı yerlerin mahalli basını bulunmalı.
6) O dönemin idarecileri araştırılmalı.
7) Bediüzzaman’ın hayatında önemli yer tutan dönemin Medrese sistemi incelenmeli.
8) Bediüzzaman’ın yaşadığı dönemin siyasî ve içtimâî tahlilleri yapılmalı.
9) Belge ve bilgilerin bir arada olması için ihtisas kütüphanesi teşekkül ettirilmelidir.
Yukarıda sıralamaya çalıştığımız maddeler çoğaltılabilir. Ancak fikir edinme ve meselenin bir komisyon marifetiyle çözülebileceği düşüncesi yerleşsin diye bu kadarla yetindik.
Temennimiz bu iletişim çağında Bediüzzaman’ı dünyaya etraf-ı erbaasıyla tanıtmak. Hayatında bilinmeyen bir mesele bıraktırmamak. Gelecek nesillerimize lâyıkıyla hesap verebilmektir.
|
Mehmet Selim Mardin
18.06.2006
|
|
Hasîb
Allah (c.c.), Hasîb’dir. Yani, kullarına yeterli olan ve tevekkül eden kuluna yetendir. Cenab-ı Hak aynı zamanda hesabı çabuk gören, muhâsebeyi çabuk yapan, affetmediği takdirde muhakkak hesap soran, hesaptan vazgeçmeyendir.
Kur’ân’da zikredilen Hasîb ismini, Resûlullah Efendimizden (a.s.m.) gelen rivâyetlerde de görmekteyiz.1
Bir âyette: “Size selâm verildiğinde ondan daha iyisiyle selâmı alın veya aynıyla mukabele edin. Muhakkak Allah, her şey üzerinde Hasîb’dir”2 buyuran Hasîb-i Zülcelâl, bir diğer âyette, “Allah’ın gönderdiklerini tebliğ edenler Allah’tan korkarlar ve onlar Allah’tan başka hiç kimseden korkmazlar. Allah Hasîb olarak yeter”3 buyurmaktadır.
Bedîüzzaman’a göre her hayat sahibi, kâinatın bir küçük misâli hüviyetindedir. Her canlının hayatına, kâinat kadar önem taşıyan ihtiyaçlarını yerleştiren ve her ihtiyacı kolaylıkla temin edip yetiştiren Rablerinin bir tek teveccühü kendileri için her şeye bedeldir ve bütün eşyanın yerini tutar.4 Her derde müptelâ olan, her şeyden çâre arayan, hastalık, yaşlılık ve ölüm dâhil hayatını karartan tasa ve kederler ile dertli olan insan ve tüm canlılar Hasîb ismi sahibi Cenâb-ı Hakka sığınmalı ve tevekkül etmeli, “Hasbünallahü ve ni’me’l-vekîl” (Bize Allah yeter; O ne güzel vekîldir!) zikrine devam etmelidirler. Bu zikirde büyük bir mânevî dayanak noktası vardır. Bediüzzaman, bizzat kendisi günde beş yüz defa bu zikri okuduğunu kaydetmektedir.5
“Ölüm, firak değil visâldir, tebdil-i mekândır, bâkî bir meyveyi sümbül vermektedir”6 diyen Bediüzzaman Saîd Nursî, insan ruhunda çok şiddetli bir arzu ile bulunan bekâ aşkının, aslında Bâkî-i Zülcelâlin varlığına ve bekâsına baktığına işâret ederek, önemli bir yanılgıya dikkat çeker: Bu şiddetli aşk çoğu zaman, gaflet yüzünden insanın kendi şahsiyeti ile ilgili bekâ isteğine dönüşmektedir.7
Bedîüzzaman’a göre, o çok derin ve kuvvetli bekâ aşkı, bizzat, sebepsiz ve fıtraten ileri derecede sevilen sınırsız kemâl sahibi bir ismin gölgesi vâsıtasıyla insanın mahiyetinde hükmetmektedir. Kendi öz varlığında hissettiği bu şiddetli bekâ aşkı ve muhabbetini, sebepsiz, garazsız ve illetsiz bir şekilde Cenâb-ı Hakka yönelten bir mü’min için Allah yeterli ve kâfîdir.8 Koca Cennet bütün güzellikleriyle bir cilvesi bulunan ve bir saat görülmesi Cennettekilere Cenneti unutturan bir Cemâl-i Sermedî elbette nihâyetsizdir, eşi, benzeri, dengi, nazîri ve misli yoktur ve elbette Ona kanaat eden insana O yeter.9
Bediüzzaman’a göre, îmân sâyesinde Allah’a olan bağlılığımızı anlama sırrıyla bir dakika yaşamak, îmânî bağlılıktan mahrum binler sene yaşamaya bedeldir. O tek dakika, mertebece o binler seneden daha mükemmel ve daha geniştir. Binâenaleyh, gökte büyüklüğü, ve yerde âyetleri görünen ve göklerle yeri altı günde yaratan Cenâb-ı Hakkın san’atı olmak; varlık, kemâl, şân, şeref, gurur, huzur, mutluluk, saadet ve sevinç olarak insana yeter.10
(Risâle-i Nur’da Esmâ-i Hüsnâ)
Dipnotlar:
1- Tirmizî, Daavat: 86; 2- Nisa Sûresi: 86; 3- Ahzab Sûresi: 39; 4- Sözler, s. 269; 5- Şuâlar, s. 58; 6- Lem’alar, s. 313; 7- Şuâlar, s. 59; 8- A.g.e., s. 61; 9- A.g.e., s. 71; 10- A.g.e., s. 83
|
18.06.2006
|
|
Mu'cizât-ı Ahmediye'den (asm.)
Hz. Osman'ın şehid edileceği haberi
Hem, nakl-i sahih-i katî ile, ferman etmiş: “Osman, Mushaf okurken şehid edilecek.” “Muhakkak ki Cenâb-ı Hak Osman'a halife gömleğini giydirecektir; fakat onlar bu gömleği çıkartmak isteyecekler” deyip, Hazret-i Osman halife olacağını ve hal'i istenileceğini ve mazlum olarak, Kur'ân okurken katledileceğini haber vermiş. Haber verdiği gibi çıkmış.
Mektûbât, s. 103
|
18.06.2006
|
|
Evrâd-ı Kudsiye'den
37. Ey kalblerde olanları ve içten geçenleri bilen!
38. Ey Mekke ve Medine civarını bütün şehir ve köylere üstün kılan!
39. Münezzehsin, ey yer ve toprakların altındakileri bilen!
40. Münezzehsin ey görünmekten yüce ve lâtif olan!
41. Yaptığın her şey mübârek ve hayırdır, ey Rabbimiz, yücesin, Senden başka Rab ve Senin dışında bir hükmedici yoktur.
42. Allah’ım! Sen nimet veren, lütufta bulunan, hatâları bağışlayan ve kullarının şükürlerine fazlasıyla karşılık verensin!
43. Hiç şüphesiz şâhidlik ederim ki, Sen kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan Allah’sın! Sen benim ve her şeyin Rabbisin. Gökleri ve yeri yaratan, gizli ve âşikârı bilen, yüce, büyük ve üstünsün.
|
18.06.2006
|
|
Zübeyir Gündüzalp'in kaleminden
Babam bana “Oğlum!” dediğinde...
Babam beni “Oğlum!” diye kucakladığı zaman, kendimi taçlı bir padişah sanırdım.
Din kardeşlerine elinden geldiği kadar merhamet et ki, Allah da sana merhamet etsin.
Bir kitapta, “Kerem, iyilik, merhamet, ihsan büyüklerin âdetidir” diye okumuştum. Hayır, yanlış söyledim, peygamberlerin âdetidir.
Âciz kimsenin beline kuvvetli yumruğunu vurma. Olur ki, bir gün onun ayağına düşersin.
|
18.06.2006
|
|
Herbir has talebenin mühim vazifesi: Kur’ân öğretmek
Hem herbir has talebenin mühim bir vazifesi, bir çocuğa Kur’ân öğretmek olduğundan, sen bu vazifeyi yapmaya başladın. Sen birinci talebelerden olduğundan, inşaallah senin çocuğun da birincilerden olacaktır. Madem çocuk benim de evlâd-ı mâneviyemdir; ona verdiğin ders, yarısı senin namına ise, yarısı da benim hesabıma olmalıdır.
Barla Lâhikası, s. 174
|
18.06.2006
|
|
|
|