Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 16 Haziran 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Dizi Yazı

Mustafa ÖZCAN

Balkanları Osmanlı kaybetmedi

Her ne kadar Osmanlılar, bu bölgeden 1912 ve 1913 yılında çekilmiş olsalar da, bu resmî bir çekilme idi. İçtimaî ve sosyal bir çekilme değildi. Çekilmenin içtimaî ve sosyal ayağı, Türkiye Cumhuriyeti devresinde göçlerle birlikte veya göç politikasıyla birlikte olmuştur. Nüfus politikalarının bir sonucu olarak cumhuriyet hükümetleri Balkanlar'a göz dikmişler ve Balkanlar'dan Anadolu'ya yönelik göçü teşvik etmişlerdir. Nüfus yetersizliğini veya açığını bu şekilde kapatmayı düşünmüşlerdir. Bunun sonuçlarını en güzel bir şekilde İştip'li olan Prof. Sabahaddin Zaim ifade etmiştir. Kendisi de bu politikaların sonuçlarından biri olarak şunları söylemiştir: "Balkanlar'ı Osmanlı değil, Türkiye Cumhuriyeti kaybetmiştir..." Bu, gayet yerinde ve nefis bir tespit.

Türkiye, kendisine doğru göçü teşvik ederken, aynı doğrultuda Sırplar da arkadan ittiler. Bu toprakların kendilerine kalmasını istediler. İkili bir kıskaç içinde evlâd-ı fatihan göçe zorlanmıştır. Osmanlıların çekilmesinin ardından, Sırplar, 1913 ve sonrasında Balkanlar'da etnik ve dinî temizlik için Müslümanlara göç baskısında bulunur. Buna ulema direnir. Makedonların Tetova dedikleri Kalkandelen'de ulema toplantı üzerine toplantı yapar ve halktan göç etmemelerini ister. Halkın korkusunu teskin eder ve gönlüne su serper. Ama bu meyânda direnen bazı ulema da şahadet şerbeti içer. Anadolu'ya akın akın göçlerin durdurulması için ulema harekete geçer ve bu arada 7-8 âlim şehid düşer. Hafız Süleyman, Eşref Efendi gibi âlimler şahadetleriyle Müslümanları bu topraklarda tutmuşlardır. O dönemde Üsküp'te Ethem Efendi diye ehli kalp bir zât vardır. Mülhemun'dandır. Osmanlı Balkanlar'ı terketmeye başlayınca, Ethem Efendi hac ziyaretindedir. Sırpların bölgeye gireceğini duyan halk, panik halindedir ve Osmanlı kuvvetlerinin izinden Anadolu'ya kaçmanın hesabını yapmaktadır. Sanki durum, Moğolların Mısır'a geleceğini duyan halkın Kahire'yi terk etmesi gibidir. Halk yola revan olur, ama yola çıkan halk Ethem Efendi'nin hanımını unuttuğunu fark eder. Ve hanımını almak için aralarından biri, tekrar geri döner. Ethem Efendi'nin hanımını almaya gelen kişiyi gören hanımı Ethem Efendi'nin ‘Kesinlikle burayı terk etmeyin, çünkü buraya Sırplar gelecek, ama zulüm yapmayacaklar’ dediğini nakleder. Bunun üzerine teskin olan halk, geri döner ve gerçekten de böyle olur.

Balkanlar'da her çalkantı yeni bir göç dalgasını oluşturmuştur. Yücelciler hareketi de bunlardan birisidir. II. Dünya Savaşı'nın devam ettiği 1941 yılında bölge Türkleri Üsküp'te demokratik bir hak arama mücadelesi vermek üzere bir teşkilat kurar. Teşkilata Yücel ismi 1945 yılında verilir. Ana gayeleri ve umdeleri Türkleri komünizm ideolojisinden koruyarak millî, manevî değerlerine sahip çıkmalarını temin etmek, Türklük ve Türkçe uğruna mücadele etmekti. Osmanlı değerlerini yüceltmekti. Kurulacak Yugoslavya SFC'de Türkleri nüfus nispetlerine göre adil ve demokratik haklarını elde etmeye yönelik faaliyetlerde bulundular. Teşkilat 1947 yılında deşifre edildi ve jet hızıyla gerçekleştirilen mahkemelerden sonra Teşkilat Başkanı Şuayb Aziz, Nazmi Ömer, Adem Ali ve Ali Abdurrahman isimli Türk gençleri idam edildi. Çoğu öğretmen olan diğer üyeler de ağır hapis ve sürgün cezalarına çarptırıldı. Bu olay Makedonya Türklerinin Türkiye Cumhuriyeti'ne olan göçlerinin artmasına vesile oldu.

OSMANLILAR'DAN ÖNCE YİNE TÜRKLER VARDI

Makedonlar milattan önce 1200'lerden sonra, bugünkü Selânik'e yakın Aigai civarına yerleşmeye başladı. Milattan önce 510-479 yılları arasında da Pers İmparatorluğu'na bağlandı. Perslerin çekilmesinden sonra I. Aleksander zamanında egemenlik ve hakimiyet bölgesini yaklaşık dört kat genişletti. II. Filip zamanında Makedonya Balkanlar'ın en büyük gücü haline gelerek, Yunan şehirlerinin önemli bir kısmını hakimiyeti altına aldı. Büyük İskender, zamanında babasının fetih politikasını sürdürdü. Anadolu'yu geçti ve Hindistan'a kadar ilerledi. Sonraki yıllarda iktidar mücadeleleri ve süregelen savaşlarla devlet zayıfladı ve Makedonya Kraliyeti, Roma İmparatorluğu tarafından M.Ö. 168 sonunda yutuldu ve ortadan kaldırıldı. Milattan sonra 395'ten itibaren Bizans İmparatorluğu sınırlarında kalan Makedonya toprakları, III. yüzyıldan itibaren Cermen kavimleri ve Gotların akınlarına uğradı ve yağmalandı. VI. yüzyılın sonlarına doğru Slav kavimleri ve Avarlar Selânik önlerine kadar ilerledi. Bunun üzerine Slav kavimleri Makedonya'ya yerleşmeye başladı. Makedonya IX. yüzyılda Bulgarların yönetimine girdi. 1018'de Bulgar Krallığının ortadan kaldırılmasıyla yeniden Bizans eline geçti. Sırp Kralı Stefan Duşan zamanında (1331-1355) Sırp Krallığı topraklarına katıldı. Makedonya ve diğer Balkan yarımadası topraklarında Türklerin varlığı Osmanlılardan çok önceye dayanmaktadır. IV. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Karadeniz'in kuzeyinden Balkan Yarımadası'nın en güney noktasına kadar inen Türk kavimleri Hun, Avar, Oğuz, Bulgar, Kuman ve Peçenek Türkleridir. Bu konudaki deliller gerek arkeolojik bulgular, gerekse Balkan unsurlarının kültürlerinde, özellikle onların dil, edebiyat, ad ve soyad, yer isimlerinde (toponim) kendisini göstermektedir. İsimlerinde Boyan, Boyana, Vardarinka, Dervena, Sarakina kadın adlarını Makedonlar bugün dahi kullanmaktadırlar. Yeri gelmişken civar bölgelere bakarak Türkçe yer adlarının en az değiştirildiği ülkelerin başında Makedonya'yı saymamız icap eder. Yine yer isimleri Vardar, Gostivar, Kumanova, Velez (eski ismi Titoveles), Sarakina, Şar Dağı gibi isimler de Türklerden kalmadır. Balkanlar ifadesi de yine Türkçe'dir. Bu bölgeye inen Türkler, genellikle Bizans İmparatorluğu ile savaşlarda bulunmuş ve Bizans'ı haraca bağlamışlardı. Ancak Bizans ile ittifak kurarak Karpat Dağlarından Tuna ve Sava yoluyla güneye inmeye çalışan Slavlarla da harplere tutuşmuşlardı.

Bizans 830 yılında Bizans-Bulgar hududunu güvene almak için Vardar Irmağı'nın Ege Havzası ve Doyran Gölü arasında uzanan topraklarda Türkleri yerleştirdi. Onlara Vardaryotlar (Vardarlılar) veya Vardar Türkleri adını verdi. Daha sonra Vardar Nehrinin kaynağının bulunduğu araziye de Türkleri iskân etti ve böylece Bizans'ın kuzey hududu ve Selânik'i Slav ve Bulgarların hücumlarından korudu. Türkler, böyle bir rolü, Abbasiler döneminde de oynamışlardı. Sarayda Pers entrikalarından bunalan ve bunlara son vermek isteyen Abbâsî halifeleri Me'mun ve Mu'tasım, siyasî entrikalardan uzak ve safî ve halis olarak gördüğü Türklere büyük güven duymuş ve ordugâhı onlara teslim etmiştir. Samarra özel olarak bunun için inşa edilmiş ve Türkler 56 yıl Samarra'da hüküm sürmüştür. Bu Selçuklu döneminden çok önceydi.

SAMARRA DEVRİ

Halife el-Me’mun’un kardeşi ve halife el-Mu’tasım (833-847) zamanında Abbâsî ordusundaki Türklerin durumu daha da sağlamlaştı. Hattâ 836’da Samarra şehri kurularak halife, muhafız birlikleri ile beraber hilâfet merkezini yeni şehre nakletti. Samarra’da Türk birliklerine hususî yerler tahsis edildi. Halife el-Mu’tasım, sayıları 35 bin civarında olan Türk birliklerine, bazı imtiyazlar tanımıştı. Giydikleri elbiseler ve aldıkları ücretler bakımından, ordunun diğer kısımlarından farklı idiler. İslâm tarihinde “Samarra Devri” adı verilen yarım asırlık devrede (836-892) Türkler, yalnız askerî sahalarda değil, siyâsî ve idarî sahalarda da devlet içinde büyük nüfûz sahibi oldular. Halifeler bile, Türk kumandanlar tarafından seçiliyor ve onların istekleri dışına çıkamıyorlardı. Bununla beraber, halifelerle Türk kumandanlar arasında amansız bir rekâbet de sürüp gidiyordu. 892 yılında hilâfet merkezinin tekrar Bağdat’a nakli, Türklerin devlet idaresindeki nüfuzunu bir dereceye kadar kırmıştır. Fakat bir müddet sonra 936 yılında Halife el-Radi, Ra’ik el-Hazari’yi geniş selâyetlerle “Emir-ü’l-ümera” tayin edince, Türk nüfuzu yeniden kuvvetlendi. Bu durum Beçkem ve Tûzun’un Emir-ü’l-ümeralıklarında da devam etmiştir. Beçkem'in adı paralara basılıyordu. Türkler halifeliğe tahakküm ediyorlar, halifeleri iş başına getiriyor veya uzaklaştırıyorlardı. Daha sonra Bağdat Şiî Büveyhîler tarafından işgal edilince, halifeler siyasî kuvvetlerini tamamen kaybettiler (945). Abbâsî halifelerini Büveyhîlerin tahakkümünden Türk Hanedanı olan Selçuklular kurtarmıştır.

—Devam Edecek—

Mustafa ÖZCAN

16.06.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Dizi Yazı

  (15.06.2006) - Makedonya ve 28 Şubat

  (14.06.2006) - Sarı Saltık’ın izinde Balkanlar’da

  (13.06.2006) - Bursa-Üsküp hattı

  (12.06.2006) - Deniz Feneri ile suyun öte yakasında

  (05.06.2006) - Çalışan kadına geniş sosyal haklar verilmiş

  (04.06.2006) - Kültür ve inanç şehri: Kum

  (03.06.2006) - İran: Nükleer silâh caiz değil

  (02.06.2006) - Dağa taşa yâ Ali, yâ Hüseyin, yâ Hasan

  (01.06.2006) - İran kadınları günlük hayatın her safhasında

  (31.05.2006) - Tesettür İran’ın da sorunu

 
 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004