Öldürülemeyen gerçek
Her an karşı karşıya olduğumuz ama farketmediğimiz, gördüğümüz ama düşünmediğimiz, konuştuğumuz ama yaşamadığımız, imanlı olan insan için terhis tezkeresi, imansız için ise haps-i münferit olan ölüm..
İnsan gününü gün ederken, eğlenirken, istediği gibi yaşarken aklına bile gelmez ölüm. Yakınlarından birisi ölse “Allah rahmet eylesin” der geçer. Bir gün kendi başına geleceğini hiç düşünmez. Ya da düşünmek istemez. Öyle bir gerçeği kabullenmez. Aklınca kafasından bâtıl düşünceler üretir. Ölümü inkâra kadar gider. Ama bilmez ki ölümün öldürülemeyen bir gerçek olduğunu...
Birkaç günlüğüne yolculuğa gidecek olsak, gideceğimiz saate kadar hazırlanırız. Unuttuğumuz, yanımıza almadığımız birşeyler varmı diye düşünürüz. Birkaç gün için bir sürü bavul hazırlarız. Fakat ne zaman gideceğimizi bilmediğimiz, geri dönüşü olmayan bir yolculuk için hiç hazırlık yapmayız. Ne garip değil mi? Her an karşı karşıyayız ama hazırlıksızız.
Dünyada yaşamalıyız; ama ne için, kimin için ve neyi kazanmak için yaşamalıyız?
Bu dünyanın nasıl bir mezraa olduğunu, sonsuz âlemin güzelliklerinin yanında bu dünyanın güzelliklerinin sönmüş bir mum ışığı gibi olduğunu, ölümün aslında ne kadar güzel bir vuslat olduğunu ve orası için çalışmamız gerektiğini hayatıyla, yaşadıklarıyla ve yazdıklarıyla bize en güzel şekilde anlatıyor Üstad Hazretleri.
Üstad gibi fâni bir dünyada bâkî hayatı kazanmaya çalışmalı ve her an hazırlıklı olmalıyız. “İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râciûn” âyeti her zaman rehberimiz olmalı. Yoksa şu anda görmediğmiz bütün güzelliklerden en önemlisi Cemal-i Bâkî’den uzak kalırız.
Allah’ım, bize mağfiretini, imanla yaşayıp imanla ölmeyi ve Senin güzel Cemâlini görmeyi nasib eyle. Âmin...
|