Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 16 Haziran 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

AYET

İnsanlar sana kıyâmetin vaktini soruyor. De ki: Ona dâir bilgi Allah katındadır. Nereden bileceksin, belki onun vakti pek yakındır.

Ahzâb Sûresi: 63

16.06.2006


HADİS

Kim kıbleye saygı gösterirse, Allah da ona değer verir.

Câmiü’s-Sağir, c. 3, No: 3594

16.06.2006


Ezan-ı Muhammedînin yerini hiçbirşey tutamaz

SEKİZİNCİ NÜKTE Buna dâir bir düstûr-u hakikati beyan etmek lâzım. Şöyle ki: Nasıl "hukuk-u şahsiye" ve bir nevî hukukullah sayılan "hukuk-u umumiye" namıyla iki nevî hukuk var. Öyle de, mesâil-i şer'iyede bir kısım mesâil, eşhâsa taallûk eder; bir kısım umuma, umumiyet itibarıyla taallûk eder ki, onlara "şeâir-i İslâmiye" tabir edilir. Bu şeâirin umuma taallûku cihetiyle, umum onda hissedardır. Umumun rızası olmazsa, onlara ilişmek, umumun hukukuna tecavüzdür. O şeâirin en cüz'îsi (sünnet kabilinden bir meselesi) en büyük bir mesele hükmünde nazar-ı ehemmiyettedir. Doğrudan doğruya umum âlem-i İslâma taallûk ettiği gibi, asr-ı saadetten şimdiye kadar bütün eâzım-ı İslâmın bağlandığı o nuranî zincirleri koparmaya, tahrip ve tahrif etmeye çalışanlar ve yardım edenler, düşünsünler ki, ne kadar dehşetli bir hataya düşüyorlar. Ve zerre miktar şuurları varsa titresinler! DOKUZUNCU NÜKTE Mesâil-i şeriattan bir kısmına "taabbüdî" denilir, aklın muhakemesine bağlı değildir, emrolduğu için yapılır. İlleti, emirdir. Bir kısmına "mâkulü'l-mânâ" tabir edilir. Yani, bir hikmet ve bir maslahatı var ki, o hükmün teşriine müreccih olmuş; fakat sebep ve illet değil. Çünkü hakikî illet, emir ve nehy-i ilâhîdir. Şeâirin taabbüdî kısmı, hikmet ve maslahat onu tağyir edemez. Taabbüdîlik ciheti tereccuh ediyor; ona ilişilmez. Yüz bin maslahat gelse onu tağyir edemez. Öyle de, "Şeâirin faydası yalnız malûm mesâlihtir" denilmez ve öyle bilmek hatadır. Belki o maslahatlar ise, çok hikmetlerinden bir faydası olabilir. Meselâ, biri dese, "Ezanın hikmeti, Müslümanları namaza çağırmaktır. Şu halde bir tüfek atmak kâfidir." Halbuki, o divane bilmez ki, binler maslahat-ı ezâniye içinde o bir maslahattır. Tüfek sesi o maslahatı verse, acaba nev-i beşer namına, yahut o şehir ahalisi namına, hilkat-i kâinatın netice-i uzmâsı ve nev-i beşerin netice-i hilkati olan ilân-ı tevhid ve rububiyet-i İlâhiyeye karşı izhar-ı ubudiyete vasıta olan ezanın yerini nasıl tutacak? Elhasıl, Cehennem lüzumsuz değil. Çok işler var ki, bütün kuvvetiyle "Yaşasın Cehennem" der. Cennet dahi ucuz değildir; mühim fiyat ister. Mektubat, s. 385 *** Evet, dağınık bir vaziyette bulunan efradı büyük bir sevinçle içtimaa sevk ettiren malum âletin sesi gibi, âlem sahrasında dağılmış insanları cemaate dâvet eden ezan-ı Muhammedînin (a.s.m.) o tatlı sesiyle, ibadete ve cemaate bir meyil, bir şevk husule gelir. İşârâtü’l-İ’câz, s. 47

Bediüzzaman Said NURSİ

16.06.2006


Cemil Meriç: İnsanlığın, Bediüzzaman’ın sesine kulak vermesi lâzım

—Dünden devam—

* Bediüzzaman Said Nursî ve Risâle-i Nur’lar tefekkür ve düşünce dünyamızda nasıl bir ufuk açtı?

Bediüzzaman ve eserleri, bütün Cumhuriyet nesilleri gibi, bizim de hakikate kapalı gözlerimizi açtı ve uyandırdı. Hakikatın çok cepheli olduğunu bir kere daha anlamış oldum. Bu hakikatı, ancak Bediüzzaman gibi müstesnâ zatlar söyleyebilir. Biz ancak hakikatı sevebiliriz. Tasvip ve takdir edebilirsek, ne mutlu bize!

* Bediüzzaman Said Nursî’nin en çok takdir ettiğiniz hususiyeti nedir?

Evvelâ, celâdetidir. Sonra, aynı fikirler üzerinde ısrar edişi. Dönmeden yürüyüşü. Samimiyeti. Bence en mühim vasıfları bunlardır.

* Bediüzzaman’ın hayatı boyunca uğradığı zulüm ve haksızlığın sebebi ne olabilir?

Sebebi gayet basittir: Değersiz insanların, gerçek değerlere karşı duyduğu kin. Nur’a karşı yapılan zulümler namussuzluktur. Bunun başka ne sebebi olabilir? Ziya Paşa ne güzel söyler: “Rencîde olur dîde-i huffaş ziyadan.” Yarasalar, elbette nurdan, ziyadan ve ışıktan rahatsız olup kaçacaklardır.

* 1935’ten 1985’e kadar, tam elli yıl, Bediüzzaman, Nur Risâleleri ve Nur talebeleri bin beş yüz defa mahkemeye verilip beraat etmiştir. Bu noktanın kritiğini, izahını yapar mısınız?

Tarihte bu meselenin bir örneğine daha hiçbir şekilde rastlanmaz. Bu, hikmet-i İlâhiyedir, takdir-i İlâhîdir. Yarasaların gözü ışıktan daima incinir. Yarasa gözü aydınlıktan hoşlanmaz. Karanlığı arar. Bizdeki inkılapçı yobazlar da, karanlıktan hoşlanırlar. Hiçbir aydınlığa tahammülleri yoktur. Bu vak’a da eşyanın mahiyeti icabıdır. Bu, ışıkla karanlığın, imanla inkârın arasındaki ebedî kavganın yeni bir tecellîsidir.

* Prof. Dr. Şerif Mardin, Bediüzzaman Said Nursî ile alâkalı çalışmalar yapıyor. Ona Bediüzzaman hakkında çalışmalar yapmasını ilk defa siz tavsiye etmişsiniz zannederim.

Şerif Mardin, Ebu’l-Ülâ Hocanın (Mardin) yakın akrabasıdır. Ben, konuyu sadece kendisine hatırlattım. “Yakın düşünce tarihimizle yakından alâkadarsınız. Meselâ, Bediüzzaman’ın hayatı ve eserleriyle neden uğraşmıyorsunuz?” demiştim. Sadece hatırlatmıştım. O da, “Doğru” diye tavsiyeme iştirak etmişti. Böylece çalışmaya başlamıştı.

* Türkiye’de, İngiltere, İtalya, Mısır, Suudi Arabistan üniversitelerinde Risâle-i Nur’lar ve Bediüzzaman üzerine tezler ve çeşitli çalışmalar yapılıyor. Bu konuda ne diyorsunuz?

İnsan bir günde zulmetten nura gelmez. “Olma ye’s ü ümid ile hemdem / Âlem-i inkılâbdır âlem.” Beş dakika sonrası bize ait değildir. İnsan için hiçbir şey mutlak olmamak lâzımdır. Beyne’l-havf ve’r-reca (korku ve ümit ortasında). Mü’min her zaman böyle olmalıdır. Âlem mütemadiyen değişmektedir. Bu değişen âlem içinde, hiçbir zaman mutlak bir ümit veya yeis söz konusu olamaz. Ümit lâzım, fakat mutlak değil..

Bu çalışmalar çok güzel bir ümittir. İnsanlar ve zaman değişiyor. İktidarımız, ancak hüsn-ü niyetimizden ibaret olabilir. Ancak niyetimizi ve ihlâsımızı kontrol altına alabiliriz. Bir dakika sonrasını bilmiyoruz. Bu ana göre, bu durum bir güzelliktir.

* Risale-i Nur’lar ve Bediüzzaman’ın hayatı dünyanın muhtelif dillerine çevrilip neşredilmektedir. Sizin tâbirinizle “kendi bağrımızdan çıkan” Nur Risâlelerinin bu fütuhatını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu büyük fütuhat, büyük bir imparatorluğun son sözleridir. Bu hareket, Osmanlı devletinin bir nevî vasiyetidir. Bediüzzaman Hazretleri, Osmanlı devletinin son temsilcisidir. Risale-i Nur’lar, Bediüzzaman Hazretlerinin insanlığa hitabesidir.

* Risale-i Nur’lara her yerde gösterilen yakın ilginin sebebi ne olabilir?

Bütün insanlığın, imana ve ihlâsa ihtiyacı vardır. Bu alâka, bu ihtiyacın bizi memnun bırakan bir ifadesidir. İnsanlığın, Bediüzzaman’ın sesine kulak vermesi lâzımdır.

* Bediüzzaman ve Nur talebelerinin iman hizmetlerindeki fedakârlığını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Son elli yıl içinde çeşitli felâket ve musibetlerle uyuşan geniş halk tabakalarına Hakkın ve İslâmî şuurun sesini haykıran tek mücahid, Bediüzzaman Said Nursî’dir.

Ülkemizin yüzüstü bırakılan insanları, onun Nur Risâlelerini okuyarak İslâmiyetin ne kadar aydınlık, ne kadar muhteşem ve ne derece şerefli bir inanç manzumesi olduğunu idrak ettiler. Zilletleri izzete tahavvül etti.

Mukaddes iman ateşini söndürmemek için bütün çile ve işkencelere katlandı. Sonunda dünyadan ebediyete muzaffer olarak intikal etti. Bediüzzaman; ışığı vatan sathına en çok yayılan gür bir meş’aledir. İslâmın bayrağını zinde bir imanla gelecek nesillere devretmek için hiçbir fedakârlıktan çekinmeyen Nur talebeleri hem sayı, hem ihlâs bakımından önde olmak vasfını muhafaza etmektedir.

* Risâle-i Nur Külliyatının dilini ve üslûbunu nasıl buluyorsunuz?

Bediüzzaman Said Nursî’nin eserlerini, ancak Said Nursî kabiliyetinde ve İslâmî kelime hazinesini onun kadar iyi bilen birisi nihayet tevil ve tefsire kalkışabilir. Bunu da ne kadar yapabileceği, yaptıktan sonra belli olur.

Risâle-i Nurları tercüme etmek mümkün değildir.

Risâle-i Nurları anlamaya çalışmak ancak, bize nasip olabilecek en büyük mükâfattır.

Risâle-i Nurun kelimeleri üzerinde oynamak kimsenin hakkı değildir, haddi de değildir.

Risâle-i Nur’da üslûp ile mânâ tam bir ahenk halindedir.

Risâle-i Nur, milletimize Rabbanî bir iltifattır.

Risâle-i Nur’un bizim ülkemizde çıkması Allah’ın bir nimetidir.

Risâle-i Nurlar haysiyetimizin bir müdafaasıdır.

(Necmeddin Şahiner, Türk ve Dünya Aydınlarının Gözüyle Nurculuk Nedir, Y. A.Yayınları, 1990)

—SON—

16.06.2006


Bediüzzaman Kosova’da

16 Haziran’da Priştine’den Kosova sahrasına inen Sultan Mehmed Reşad ve maiyetindeki dâvetliler, orada Sultan Murad Hüdavendigâr’ın meşhedi önünde yüz bin kişi ile Cuma namazı kılarlar.

O zaman Kosova’da büyük bir darülfünun (üniversite) açılmasına teşebbüs edilmişti. Bediüzzaman hem ittihatçılara, hem de Sultan Reşad’a;

“Şark böyle bir darülfünuna daha ziyade muhtaçtır. Çünkü orası bütün İslâm dünyasının merkezi hükmündedir” der.

Bunun üzerine şarkta bir darülfünun açmayı vaad ederler. Fakat daha sonra Balkan Harbinin başlamasıyla Kosova düşman istilasına uğrar. Bediüzzaman da Kosova üniversitesi için ayrılan on dokuz bin altının Şark Darülfünununa tahsisini talep eder. Bu talebi, Sultan Reşad tarafından kabul edilir.

Nihayet kafile Selanik’e döndükten sonra, yine Barbaros zırhlısı ile Çanakkale’de toplarla selâmlanarak 26 Haziran’da İstanbul’a dönen heyet, mahşerî bir kalabalık tarafından karşılanır. Bu seyahat 5 ile 26 Haziran arası, üç hafta sürmüştür.

Bundan sonra Bediüzzaman Said Nursî tekrar Van’a döner. Van Gölü kenarındaki Edremit’te üniversitenin temelini atar.

(Bilinmeyen Taraflarıyla B.S.Nursî,

Şahiner, N., s. 152)

16.06.2006


NurAsya.com

Beş ay önce bir Pazar günüydü. Şiddetli bir hastalığın nekâhet döneminde yatağımda yatıyordum. İç muhasebenin dorukta olduğu zaman dilimleridir hastalık anları. Geniş çaplı bir hizmet ufku yerine içe dönük dar kapsamlı bir hizmet modeli tahayyül etmeye başlamıştım ki şefkat tokatları risâlesi geldi hatırıma. “Ne zaman ki nefsimi düşündüm, insanlar bana ilişmesinler dedim, maksadımın aksi ile tokat yedim” diyen Said Nursî’nin sözleri yankılandı kulaklarımda. Ben bunları düşünürken bir kardeşim geldi ziyaretime. Hoşbeşten ve kendi mahallindeki güzel hizmet çalışmalarından bahsettikten sonra bir grup arkadaşıyla site çalışmasına karar verdiklerini söyledi. Benim bitkinliğime bedel onun heyecanı, dinamikliği ses tonuna bile yansımıştı. Hâsılı NurAsya.com’un ilk kıvılcımları parıldamaya başlıyordu. Peki ne yapacaktı NurAsya.com ekibi? Hedefi neydi? Araçları ve amaçları nelerdi? Bundan da öte araçları amaçlara kurban edebilecekler miydi?

NurAsya.Com, Nur saçan bir meşalenin ilk kıvılcımı olma yolunda bir adımdı. İnsanlık tarihi boyunca bütün nurânî dâvâlar bir kıvılcımla başlayıp hâle hâle yayılıp nur kıvamına bürünmüştü. Bu yüzden Nur, ışığıyla ancak okşardı. Asya ise en geniş kıtaydı. Ululuğu, kucaklayıcılığı ve kurumsallığı simgeliyordu. Dolayısıyla NurAsya.Com, bu nurânî yolculuğun kilometre taşlarını adımlamayı hedefleyen Risâle okulu niteliğinde bir site olmayı gerektiriyordu.

NurAsya.Com, bilgi çağının gerekleri ve moral değerlerle donanımlı, toplumun beklentilerine duyarlı, aksiyoner, katılımcı ve pozitif bireylerle doğru İslâmiyet’i insanlığın gündemine taşıyan bir misyon ifa etmeyi gerektiriyordu.

NurAsya.Com, insanlığın mutluluğu için farklılığa saygılı, bireyler ile sürecin gerektirdiği yöntem ve iletişim imkânlarını kullanarak, maddî ve manevî değerleri doğru İslâmiyet ışığında yorumlayan bir medeniyet sunma çabasını taşıyordu.

NurAsya.Com, muhabbet fedailerinin ihlâs, sadakat, tesanüd prensipleri ile çalıştıkları bir hizmet meydanıydı. Akıl, kalp bütünlüğü ile duygu ve düşünceleri yoğuran; fen ilimleri ile din ilimlerini birlikte sunmaya çalışan bir hizmet atmosferiydi. Bu yüzden her an nefis-nefes denklemleri kurma zorunluluğu vardı.

NurAsya.Com, ruh aynamıza yansıyan ‘Beyaz Işık’tı. Beyaz Işık, zulmeti nura çevirmek için vardı.

NurAsya.Com, gül-i Muhammedî kokusunu Risâle kırmızılığıyla buluşturup güllere sevdalı, nura meftun gönüllere pusula olmayı hedefliyordu. Bundan dolayı misk-mesk denklemlerine ihtiyaç vardı.

Hâsılı NurAsya.Com, kıvılcımdı, ışıktı, nurdu. Sitenin hizmete girmesini alkışlıyor, özellikle kurulmasında emeği geçen Said Altuner, Furkan Demir ve Çağlar Çınar kardeşlerimi tebrik ediyor ve Allah’tan hayırlı muvaffakiyetler diliyorum.

Seyfeddin GÜLTEKİN

16.06.2006


Evrâd-ı Kudsiye'den

22. Bizi kudret elinle Sen yarattın ve bizi yaratıklarının pek çoğundan üstün kıldın. Hamd ve minnet, bolluk ve nimet Sana mahsustur!

23. Ne bereketli ve hayırlı işlerin var, ey Rabbimiz, şanın ne yücedir! Senden bağışlanmamızı diliyor ve Sana tevbe ediyoruz.

24. Allah’ım! Sen Evvel’sin; Senden önce hiçbir şey yoktu.

25. Sen Âhir’sin; Senden sonra hiçbir şey yoktur.

26. Sen Zâhir’sin; Sana hiçbir şey benzemez.

27. Sen Bâtın’sın, Seni gören hiçbir şey yoktur.

28. Sen çok olmayan teksin.

29. Sen yardımcısı bulunmayan Kudret sahibisin.

30. Sen yol göstereni bulunmayan idâre edicisin!

16.06.2006


Merhamet eken, huzur biçer

* Merhamet tohumunu eken, muhakkak huzur ve saadet meyvesini elde eder.

* Allah merhamet edenlere merhamet eder. Sen de merhamet et ki; Allah’ın merhametine nail olasın.

* Sulh, cenkten daha iyidir.

16.06.2006


‘Hilâfet benden sonra otuz sene sürecek’

Hem, nakl-i sahih-i kati ile, ferman etmiş:

“Hilâfet benden sonra otuz sene sürecek, ondan sonra da saltanat şeklini alacaktır.” (Müsned, 5:220, 221.)

“Bu iş nübüvvet ve rahmetle başladı, sonra rahmet ve hilâfet halini alacak, sonra saltanat şekline girecek, sonra da ceberût ve fesâd-ı ümmet meydan alacak.” (Kadî İyâz, eş-Şifâ, 1:340; Müsned, 4:273.)

deyip, Hazret-i Hasan’ın altı ay hilâfetiyle, Cihar-ı yâr-ı Güzînin (Hulefâ-i Râşidînin) zaman-ı hilâfetlerini ve onlardan sonra saltanat şekline girmesini, sonra o saltanattan ceberut ve fesad-ı ümmet olacağını haber vermiş. Haber verdiği gibi çıkmış.

Mektubat, s. 103

16.06.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004