O’nun rızası yoksa, kimsenin rızası yoktur
Kendi mutluluğunu başkalarının mutluluğu için bozan ve kendi kendini hırpalayan o kadar çok insan tanıyorum ki. Durum genelde hanımlarda böyle dense de, erkekler için de durum aynıdır. Başkaları için yaşama, başkalarının yorumlarına hayatı bina etme, ‘desinler’ diye tavır oluşturma, oldukça yaygın bir davranış şekli. Alacağı arabanın renginden tutun, giyeceği gömleğin rengine kadar her ayrıntıyı dış kontrol psikolojisi belirliyor.
Anneler, kendi mutluluklarını çocukları, akrabaları, konu komşuları rızası için yok ediyor. Şefkatin biraz da yanlış bir kullanımı olsa gerek bu. Aslında normal olarak bakıldığında çok masum gözükmekle birlikte, başkaları için davranış oluşturmanın hiç de mantıklı bir alt yapısı yok. Çünkü hiçbir yorum, sizin kendinizin ki ile aynı olmayacaktır. Herkeste ayrı bir ölçü birimi oluşmaktadır.
Bir davranış için, insanların rızalarını tahsil etmeye kalktıkça, bu güç bir işe girişmek olmaktadır. Evlâdı bile olsa sadece onu razı etmeye dönük olduğu için, maksadının tam aksiyle muamele görmektedir. Sadece o kişiyi razı etmeye dönük bir uğraş neticesinde, sevmek beklediği nazarlardan soğukluk görmektedir. İnsanların rızası peşinde koştukça, o kaçmaktadır. Mutlu olacağın kastıyla (örtülü de olsa) atılan bütün adımlar, mutsuzluğu beraberinde getirecektir.
Bütün mutsuz insanların problemleri aynı. İyi ilişkiler içinde bulunmak istedikleri insanlarla ne kadar isteseler de anlaşamıyorlar.
İnsanlara faydalı olmak,
yanlış bir şey mi?
Tam bu nokta çoğu zaman ölçüsü kaçan bir noktadır. Yani kimselere ilgi, alâka göstermeyecek miyiz? İnsanları razı etmeye çalışmayacak mıyız? İnsanların en hayırlısı, insanlara en çok faydası dokunandır hakikati nasıl anlaşılacaktır? Bu işin ölçüsü nasıldır?
Davranış oluşturmada ölçü, kime karşı, nasıl, hangi makamda, ne maksatla olursa olsun, davranışımızın altındaki niyetin Allah’ı razı etme olması ya da olmamasıdır.
Davranışların sayısı ve niteliği ne olursa olsun, eğer Allah’ı razı etme kastı yoksa, bütün bu davranışların pek bir kıymet-i harbiyesi yoktur. Hatta insanlara kendini sevdirmeye kalktığı için, riyakâr bir tavır içerisine düşmektedir. Yani normal şartlarda o kişiyi sevmediği halde, sırf kendini sevdirmek için yapılan uğraşlar pek de istenen neticeyi sağlamıyor. Hatta aksiyle tokat vuruyor.
İçinde Allah rızası olamayan sevgi, sevgi değildir. Hatta ve hatta gerçekte sevmediğin halde sırf Allah öyle yapmayı emrettiği için bir şeyi yerine getirmek, yapmak çok daha nitelikli bir davranıştır. Nefsinin istememesine rağmen bir şeyi, sadece O emretti diye yapmak ne büyük bir davranıştır.
Meselâ gücü yettiği halde bir insanın davranışını sadece Allah emretti diye affetmek, asıl insanı mutlu eden bir unsur değil midir? İnsanın öfkesini yutması, Allah için buğz etmesi, Allah için sevmesi, Allah için sevmemesi mutlulukların kaynağı değil midir? İç huzuru vicdandan, Allah korkusundan başka ne verebilir?
İnsanlar aciz olduklarını hissettikleri ölçüde güçlüdürler. O dost ise, her şey dost, O yar ise, her şey yar ve yarardır anlayışı buradan gelmektedir. O zaman O’nun rızasını tahsile çalışmalı.
Doğru yaklaşım; insanlar için faydalı olmaya çalışırken bile, O’nun rızasını esas maksat yapmaktır. İnsanlar, ‘ne kadar iyi, ne kadar faydalı’ demeseler bile, O faydalı olunuz dediği için, faydalı olmaya çalışmaktır.
Küçük yaşlara dikkat
Mutsuzluklarımızın hemen hepsinin tohumları içimize küçük yaşlarda atılmıştır. Kendileri ve ne yazık ki aynı zamanda bizim için de en iyi olanı keşfetmiş yetişkinlerin ‘gayretleri’ sonucu… Hangi davranışın, çevre tarafından nasıl algılanacağını büyüklerimiz öğretmiştir bize. Onun için değerlendirme kriterlerimizi hep insanlara göre yapmış ve buna alışmış bulunuyoruz. ‘Acaba bu davranış karşısında Allah ne der?’ sorgulaması çok az insanın baş vurduğu bir yol.
Yaşanan bunca mutsuzluğun kaynağı dıştan gelen kontrolse, neden herkesin seçimi bu yönde oluyor? Zararını en çok gören güçsüz insanların bile… Cevap basittir. İşe yarıyor da ondan. Güçlü olanların işine yarıyor. Kimin gücü ne kadarsa, gücü yettiğine bindirme alışkanlığı buradan geliyor. Bakan genel müdüre, genel müdür bölge müdürüne, genel müdür il müdürüne, il müdürü de şube müdürüne bindiriyor…
Onun için öncelikli olan şey, bu alışkanlığı terk etmektir. Gücün yetse de, sırf O emretti diye haksızlığa girmemek. Sırf, O emrettiği için sevmek.
Bu da, her şeyin Hâlık’ına olan bağlılıktır. Çünkü O varsa, her şey vardır. O yar ise, her şey yardır.
Bundan daha insanı mutlu eden ne olabilir.
03.06.2006
E-Posta:
[email protected]
|