Anarşi, terör, kapkaçcılık, cinayet, v.s. gibi olumsuzluklara kapılmış gençlerimizden dert yanmayanımız yok.
Ama gençlerin neden bu hâle geldikleri üzerinde durmak, sebeplerini araştırmak söz konusu olduğu zaman da ciddiye almaz, âdetâ kaçarız. Vurdumduymazlık, nemelâzımcılık yangını bugün bir başkasının çatısını tutuştururken yarın bizim de çatımıza sıçrayacağını düşünmeyiz bile. Polisiye veya pansuman tedbirlerin de geçici olmaktan öte bir işe yaramayacağını da anlamak istemeyiz.
İnsanı insan yapan değerlere ağırlık vermedikçe kanları kaynayan, yerlerinde duramayan, akıldan çok duygularıyla hareket eden gençleri kontrol altına almak mümkün olmaz.
Hayvanların bile eğitilerek belli bir kısım davranışlar sergiletildiği günümüzde insana yatırımı esas alıp gençlerimizi gerektiği gibi eğitmezsek kurda kuşa yem olduğunda ah vah etmeye hakkımız olmasa gerek.
Gençlik temeldir, parlak bir gelecek demektir.
Sağlam, kaliteli bir gençlik paha biçilmez bir yatırımdır.
Ancak onların eğitimle şekilleneceklerini, verimli hâle geleceklerini daima göz önünde tutmak gerekir.
Peki, ya gençlere gereken önemi vermemiş, gerektiği gibi eğitememişiz de kendilerini çirkefin içinde bulmuşlarsa?
Yine yapılacak iş, “Zararın neresinden dönersek kârdır” misali onları kurtarmak için kolları sıvamaktır. Bu gençler bizim gençlerimizdir.
Olumsuzluklara iten atmosferi ortadan kaldırdığımızda onları yeniden topluma kazandırırız.
Çaresi ise ekonomik ihtiyaçlarını karşılamakla yetinmeyip manevî dinamiklerle donatmaktır.
Maneviyat bir ruhtur âdeta. Ölü bedenleri canlandıran bir ruh… İman iksiriyle o insanları yeniden topluma kazandırabiliriz.
Resûl-i Ekremin (a.s.m.) yaptığı buydu. Âkif’in, “Bir kerre de, mamure-i dünya, o zamanlar, / Buhranlar içindeydi, bugünden de beterdi. / Sırtlanları geçerdi beşer yırtıcılıkta / Dişsiz mi bir insan onu kardeşleri yerdi” dediği gibi vahşî, cani, âdetlerine körü körüne inanmış, kız çocularını diri diri toprağa gömecek kadar insanlıktan uzaklaşmış kimseleri karıncayı dahi incitmekten çekinir hâle getirmişti.
Bu iksiri, manevî bir doktor olan bütün İslâm büyükleri zamanlarında kullandılar ve insanlığa şifa sundular.
Asrımızda da en etkili bir şekilde Bediüzzaman Hazretleri kullandı. Onun Kur’ân eczanesinden sunduğu bu iksir ve reçete ile canavar ruhlu nice insan birer şefkat perisi hâline gelmiş, tahta kurusunu dahi öldürmenin günah olup olmadığını sorar olmuşlardı.
Bugün çocuklarını, gençlerini aşırılıklardan koruyamayan bütün insanların bu reçeteye ihtiyacı var.
Bütün mesele bu reçeteyi öğrenip uygulayabilmekten ibaret.
03.06.2006
E-Posta:
[email protected]
|