RTÜK’un kompozisyon yarışması sonuçlandı.
Minik eller televizyonda şiddeti yazmış. Büyüklere taş çıkartırcasına.
“Kan gölüne dönüşmüş ekranlarda artık boğulmak istemiyoruz” diyorlar.
Arzum Gökçe şöyle yazmış:
“Korkuyor annem. Ne kadar ortalıkta olursam, o kadar zarar göreceğimi düşünüyor. Onu kuşkuyu yapan, özgürlüğümü sınırlayan o televizyon kanalları. İşte o anlarda haykırıyorum: ‘Televizyonlardan şiddeti çekin, bana özgürlüğümü geri verin!” (Adana, 5. Sınıf öğrencisi)
Melek Yanar’ın şu satırları da ilginç:
“Mermilen neden cümlelerden daha kolay işler oldu beynimize? Daha kaç kişinin canını yakacak terör? Hangi kurtlar inecek vadilerden şiddeti göstermek için. Kime gösterilen bunca saygı? Hangi rütbeliye ya da hangi Mehmetçiğe? Onlara böyle saygı duyuluyor mu acaba?” (Bursa, 8.sınıf birincisi)
Miniklerin ellerine ve kalemlerine sağlık. Onlar bu yaşta bile, şiddetin kaos getirdiğini gözlemleyip kâğıda aktarabiliyor.
*
Gün geçmiyor ki, şiddet yüklü haber veya program izlemeyelim.
“Kan”sız haber galiba hayal.
Ancak gençleri şiddete teşvik eden ana unsur sadece televizyon dizileri mi? Kurtlar Vadisi, Acı Hayat dizileri şiddete teşvik ediyor demek, kolaycılık.
Peki, biz gerçek hayatta acaba çocuklarımızla tam mânâsıyla ilgilenebiliyor muyuz?
Asıl bu soruya cevap aranması gerekiyor. Diziler bu gün var, yarın yok. Ama gerçek hayatta yaşanılan problemler her daim iz bırakır.
Psikolog Nazım Serin ise bu konuyu farklı yönden ele alıyor:
“Yaşanan bunca öldürme, yaralama, gasp, taciz ve tecavüz gibi şiddet olaylarının altında ekonomik sıkıntılar yatıyor.”
Türkiye’nin her geçen gün iyiye gittiği söylenen ekonominin, beklenenin tersine daha fazla işsizlik, daha fazla yoksulluk oluşturduğunu söyledikten sonra:
“İşsizlik yaşanan amaçsızlık ve karamsarlığın, giderek şiddete, yasadışı yollara başvurma tarzındaki davranışlara dönüşmesi, yaşananların beklenen bir sonucudur” diyor. (Basın)
Evet görünen o ki, bu olayları tetikleyen çok unsurlar var.
Ama en önemlisi, manevî temellerden yoksun bıraktığımız çocuklar, içindeki boşluğu “kan”la doldurmaya başlıyor.
Geçmiş bizimdi. Gelecek onların. Hiç olmazsa onların geleceğini karartmayalım.
PİŞMANLIK ZİNCİRİ
Bir pişmanlık itirafı da Serdar Ortaç’tan. O da bir gazeteye, son dönem yaşadığı sıkıntılı “kumar” dönemini anlatmış, içini dökmüş:
“Çok pişmanım, benim bütün bu yaşadıklarım herkese ibret olsun. Kimse alınteriyle kazandıklarını kumarda heba etmesin” diyor.
Diyor ki:
“Şimdi beni öldürseler, yeşil masaya oturmam.”
Kumarı bırakmasına sebep olan olayı anlatıyor:
“Bir gece Suadiye’ye annemi görmeye gideceğim.. Tarabya Otali’ndeki kumarhaneden çıkmışım. Bütün paramı bir gecede eritmişim. Cebimde birkaç milyon kaldı zannederek arabamla Anadolu Yakası’na geçiyorum. Gişelerde elimi cebime attım, para yok! Ruhsata yazdırıp köprüden geçtim. Tam Çiftehavuzlar’a geldim, benzin bitti. Çiftehavuzlar’da arabayı kilitledim ve gece gece siyah gözlükler takıp, Suadiye’ye yürüdüm. Nefes nefese anneme gittiğimde hüngür hüngür ağladım. İşte o an büyük yemin ettim. Ertesi sabah radyolarda bangır bangır şarkılarım çalıyor, ama bir gece önce köprü parasını veremiyorum! O günden beri Milli Piyango bile çekmem.” (1.06.06, Gözcü Gazetesi)
Kumar illetinin getirdiği hazin son. Ama en azından pişmanlık duymuş ve zararın neresinden dönmüş dahi olsa, kar etmiş.
Ha sahi:
TRT neden ısrarla Milli Piyango çekilişine ev sahipliği yapar? Anlamakta zorlanıyorum da.
ECEVİT’İN GÖRÜNTÜLERİ
Eski Başbakanlardan Bülent Ecevit’in Star ana haber bültenindeki görüntüleri, genel istek üzerine tekrar ekrana yansıdı.
Aklıma ister istemez, bu görüntü acaba “etik mi değil mi” sorusunu getirdi.
Evet, Ecevit’in görüntüleri “haber.” Ama hasta yatağında, koma halinde, üstelik şuuru kapalı olan bir insanın görüntüsünü milyonlarca insana göstermek ne derece doğru?
02.06.2006
E-Posta:
[email protected]
|