Avrupa’yı yeniden düşünmek (son)
Hangi kültüre mensup olursa olsun, insanın dinsiz yaşayamayacağı gerçeğini bir hareket noktası kabul edersek, bir İslâm ülkesi olarak Türkiye’nin katılımı Avrupa’nın kimlik sorununa olumlu katkıda bulunabilir. Ve kimi Hıristiyanların korktuğundan ya da kimi Müslümanların umduğundan farklı biçimde, değişik bir diyalektik süreç başlatabilir.
Yani, tarihte Müslümanlarla—saldırı ya da savunma şeklinde—her temasa geçtiğinde Hıristiyanlığını hatırlayan ve pekiştiren Avrupa, Müslümanları da içine aldığında mutlaka bir dönüşüme uğrayacak.
Yine bir öteki olarak—ama bu defa küçük harfle—içselleştirilecek ve barış içinde bir arada yaşanılacak Müslümanlar ve İslâm, Avrupalıların bi- linçaltlarının derinliklerine itilmiş din olgusuna ilgiyi uyandırabilir. İslâmiyet ve Müslümanlar, geçmişte olduğu gibi, ama bu defa barışçı bir ortamda, Avrupalılara kendi dinî kimliklerini hatırlatabilir.
Hiç şüphesiz, bu ne eskide olduğu gibi akıllardan körü körüne taklit bekleyen bir Kilise Hıristiyanlığının hükümranlığı, ne de iyimser Müslümanların umduğu gibi on milyonlarca Avrupalı’nın Müslüman oluşu şeklinde gerçekleşecek. Belki, İslâmiyet, Hıristiyanlığın içi boşaltılmış semavî değerlerinin ve hakikatlarının yeniden hatırlanması ve ihyası için bir kaynak veya bir yardımcı nokta teşkil edebilecek.
İster “gerçek İsevilik,” ister “hanif din,” ister “doğal din” şeklinde isimlendirilsin, bu yöneliş Hıristiyanlık içinde, ama Kilise Hıristiyanlığından farklı olacak gibi görünüyor. Tarihindeki sarkaç salınımlarının—ortaçağdaki dogmatik Hıristiyanlık ve onun akabinde dini dışlayan Aydınlanma sürecinden sonra—Avrupalı’nın dine yeniden yönelişi beklenebilir ve makul bir gerçek.
Dolayısıyla, Avrupa’da Müslüman bir ülkenin ve toplumun varlığı, Avrupa’ya kaybettirdiği sanıldığı anda, dinini—hakikatleriyle birlikte—yeniden kazanmasına katkıda bulunabilir. Tek bir şartla: Avrupa İslâm’ı ve Müslümanları bir “öteki” görmeyip, onu gerçekten tanımaya, anlamaya ve ondan istifade etmeye çalışırsa…
Son bir nokta: Türkiye’ye ne olacak?
Türkiye’nin Avrupa’ya katılımıyla millî (resmî ideolojinin?) egemenliğinden başka kaybedecek bir şeyi yok gibi. Ama, tıpkı Avrupa gibi, Türkiye de, İslâm da eskiden olduğu—ya da olduğu sanıldığı şey—şey olmaktan çıkacak.
Birincisi, devlet mekanizması, seküler ya da dinî bir ideolojik aygıtı olarak düşünülmekten veya hedeflenmekten çıkacak. Böylece, bütün kesimler gibi dindarlar da resmî ideolojinin tahakkümünden kurtulup, göreceli bir özgürlük ortamına kavuşacak.
Bir o kadar önemli bir değişim, muhtemelen, dindarların devlet ve iktidar merkezli akıl yürütmelerden uzaklaşıp semavî mesajın muhatabı olan bireyi, ve bireyin varoluş sorunlarını esas alan tefekküre geçişte yaşanacak. Müslümanlar miyoplaştıran ve güçsüzleştiren güç politikaları yerine, hayata dönecekler yüzlerini.
İslâm, Müslümanlarca Hıristiyanlık ya da diğer dinlerin “antitezi” veya karşıtı olarak değil,—umulur ki—diğer semavî dinlerin hakikatlerini tamamlayan; dünyeviliğe, dindışı algılama ve hayat tarzlarına derman olacak bir hakikat kaynağı olarak algılanacak.
Gayretli Müslümanlar, totolojik bir kısır döngü içinde, yakîn'ini çoktan yitirmiş insanlara dini âyet ve hadislerle dayatmanın ötesine geçip, insanî düzlemi, insanî soru ve sorunları muhatap almak ve varoluşa dair hem akılları, hem de kalbleri tatmin edecek bütüncül ve derinlikli cevaplar üretmek zorunda kalacaklar…
15.06.2006
E-Posta:
[email protected]
|