Hükümet “AB reformları yavaşladı” eleştirilerine sinirleniyor, süreçte herbir yavaşlama ve duraksama olmadığını savunuyor, ama fiilî durum da meydanda.
Öte yandan, Başmüzakereci Ali Babacan aynı konuda ayrı telden çalıyor ve diyor ki:
“AB süreciyle ilgili bazan yavaşlamalara ve duraksamalara zaten herkes hazır olmalıdır...” (Yeni Şafak, 9 Haziran 2006)
Bu sözlerle, gerek 25 ayrı AB ülkesindeki, gerekse Türkiye’deki kritik dengelere göre şekillenecek bir zorlu sürecin, tabiatı icabı inişli çıkışlı bir seyir izleyecek olması kast ediliyorsa, elbette ki Ali Babacan haklı.
Ancak bu haklılığın arkasına hükümetin AB sürecinde ipe un seren umursamaz tavır ve politikaları gizlenirse, o zaman iş değişiyor.
Çünkü reformların başarısı, en başta iktidarın işi sağlam tutup yakından izlemesine; bu çerçevede bir taraftan anayasadan başlayarak kanunları yenileme sürecini aralıksız devam ettirirken, diğer taraftan yapılan değişiklikleri uygulamaya yansıtma konusunda da takipçi olmasına bağlı.
Ama görüldüğü kadarıyla hükümet hayli zamandır bu konuda tutuk, gevşek ve yorgun bir imaj çiziyor.
Erdoğan’ın, son olarak Olli Rehn tarafından uygulama hakkında dile getirilen eleştirileri “Uygulama zihniyet değişimiyle olur. Zihniyet değişimi ise takvime bağlanamaz” mantığına dayalı bir savunma ile cevaplamaya çalışması ise hem sorunu çözmüyor, hem de çaresizlik kokan bir tavrı yansıtıyor.
Ve haddizatında, başörtüsü meselesinin çözümündeki çaresizlik de, oturduğu yerde “zihniyet değişimi” bekleyen bu yaklaşımın düşündürücü tezahürlerinden biri değil mi?
Zihniyet değişimi nasıl sağlanır? Prensip olarak ikna ile. Bu ikna başarılamıyorsa ya sizden veya muhatabınızdan kaynaklanan sebepleri vardır. Ve biz şu anki durumda her ikisinin de geçerli olduğu kanaatindeyiz.
Hükümet ikna etmekte zorlanıyor, çünkü hem geçmişinden kaynaklanan önyargı ve kuşkular inandırıcılığına gölge düşürüyor; hem de iktidara geldiğinden beri sergilediği zikzaklı ve tavizkâr çizgi, değişmediğinden yakındığı yasakçı zihniyeti cür’etlendiriyor.
Ve o zihniyetin değişmeye de niyeti yok.
İşte reformların en önemli amaçlarından biri, o kafayı, silâh olarak kullandığı mevzuatı elinden alıp iş göremez hale getirmek.
Ama 216 (eski 312) ve 301’de (eski 159) yapılan mükerrer değişikliklere rağmen uygulamada sıkıntının hâlâ devam ediyor olması, zihniyet değişimini sağlamak için sadece kanunları değiştirmenin yetmediğini ve bu adımlara kuvvetli bir kamuoyu desteğinin de sağlanması gerektiğini gösteriyor.
Bu arada, anayasayı halletmeden kanun değişiklikleriyle sonuç almanın imkânsızlığı da meselenin çok önemli bir başka boyutu.
Öte yandan, reformlarda frene basılırken TMK gibi “geriye dönüş” anlamına gelecek adımlara yönelinmesi ise hiçbir şekilde izahı mümkün olmayan inanılmaz bir çelişki.
TMK'yı Temmuz'dan önce çıkarma kararı alan AKP yönetiminin yanlıştaki ısrar ve inadını frenleme görevi, artık AKP'li milletvekillerinde.
15.06.2006
E-Posta:
[email protected]
|