AB’nin nabzını iyi tutan bir meslektaşımızla konuştum.
Lüksemburg’dan Brüksel’e yeni dönmüştü.
Gergin geçen 12 Haziran gecesinin yorgunluğunu üzerinden atamamıştı.
“Niyetleri kötü” dedi.
“AB konusunda her an bir sürprize hazır olmamız” gerektiğini söyledi.
Sürpriz ne olabilirdi?
Türkiye’nin üyeliğinin bir süreliğine askıya alınması mı?
Evet...
Meslektaşım karamsar mıydı?
Biraz daha açmak istiyorum. Rumların her fasılda sorun çıkaracağını söyledi. Rum Rumluğunu yapacaktı.
Peki sorun sadece Rumlar mı? Başka bir deyişle AB trenine son anda binen bu küçük ülke, Almanya ve Fransa gibi Avrupa Birliğini kuran, İngiltere gibi Avrupa’nın liderliğine oynayan ülkeleri başka bir deyişle 24 ülkeyi burnundan tutup sürükleyecek miydi?
AB’nin büyükleri Rumların elinde maskara mı olacaktı?
Olaya sadece Rumlar olarak bakmak fotoğrafı eksik görmek olur.
Rumlar ön planda olduğu için Fransızların, Danimarka’nın, Belçika’nın rol kepşınlarını göremedik. Ancak arkadan silüetleri gözüküyordu.
Bu, bardağın dolu tarafıydı. Peki her fasılda sorun çıkarıyor, mızıkçılık yapıyor diye AB’nin diğer ülkeleri Rumları dışlar, böylece Türkiye, Rum mızıkçılığını AB’de de tescil ettirmiş olur muydu?
Bence biraz fazla iyimser bir yorum olur.
Diplomaside “Alice harikalar diyarında” pozisyonlarına yer yoktur.
AB’de sürecin askıya alınması tüm üyelerin oybirliği ile olduğu, bu yüzden İngiltere, İtalya, İspanya gibi dostlarımızın buna izin vermeyeceği rahatlatıcı bir üslup olabilir.
Ancak pek sevmesek de, iğneyi Rumlara batırırken, gelin çuvaldızı kendimize batırmayı deneyelim.
Yunanistan’la birlikte AB’ye tam üyelik için davet edildiğimiz de Ankara’ya kadar gelen temsilciyi geri çevirmesek, Rumların AB’ye üyelik yolunu tıkayabilirdik.
Hadi o çok geride kaldı. Ama Allah aşkına 1 yıldır bu ülkede AB sürecini olumlu yönde etkileyecek ne yapılıyor?
Laf, laf, laf...
17 Aralık’ta tam üyelik tarihini almamızdan önce, müthiş bir AB heyecanı yaşanıyor, birbiri ardına reformlar gerçekleştiriliyordu. O heyecan bizi 17 Aralık’ta başarılı kıldı.
Şimdi ki rehavet, bizi AB kapısında dizlerinin üzerinde sürünen bir ülke konumuna getirebilir. Halı tüccarı pazarlığı, “Uçak kalkmaz “ efelenmeleri bir gün itici gelebilir.
“Onurumuzu koruyoruz” hamasetiyle bu ülkenin 50 yıllık geçmişi heba edildi. Nasıl bir “onur korumaysa” bir milyar dolar için kapı kapı dolaştık.
AB’nin tam üyelik için gönderdiği temsilciyi, onurunu koruyarak geri çeviren Ecevit, kredi bulmak için çok güvendiği İskandinav ülkelerine gittiğinde kapı kapı dolaşmış, ancak eli boş dönmüştü. Türkiye, kredi alamayan devlet haline gelmişti.
AB’yi konuşurken kredi derecelendirme kuruluşu Fitch’in açıklaması ajanslara düştü. Fitch, Türkiye’deki dalgalanmanın henüz kredi notu görünümü için bir tehdit oluşturmadığını açıkladı. Ne yapmalıyız?
Elbette olumsuz bir açıklama piyasaları kötü etkilerdi. Ancak buradaki “henüz”e dikkat etmek lâzım. Bu kez kurtardık, ya ikinci üçüncü dalgada ne olacak? Hükümetin rehaveti bir kenara bırakıp, AB ve ekonomi konusunda ipleri eline alması gerekiyor. Yoksa ipler ellerinden kaçmak üzere. Sadece Genelkurmay Başkanlığı ve Cumhurbaşkanlığı konusuna odaklanıldı, ama asıl bu yaz ekonomide oldukça sıcak geçecek. AB’de dalgalanma, ekonomide ise sıcak günler bizi bekliyor. Şimdilik kontrol etme gücü bu hükümetin elinde, böbürlenmeyi bir kenara bırakıp, işin ciddiyetini kavramaları gerekiyor.
Şimdi laf değil, yeni bir aksiyon ortaya koyma ve bu görümünü pozitife çevirme zamanı…
15.06.2006
E-Posta:
[email protected]
|