Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 04 Haziran 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Murat ÇİFTKAYA

Ulusal tiyatro



“Baylar, bayanlar! Ulusal Tiyatromuzun yeni oyun sezonunun açılışına hepiniz hoşgeldiniz!”

Huzursuzca boğazını temizledi. Önündeki mikrofonu boyuna göre bir kez daha ayarladı. “Bu hale de mi düşecektim ben?” diye geçirdi içinden. “Bu işi başkasına yaptırsalar olmaz mıydı sanki?”

“Efendim, binbir zahmetle kurduğumuz ulusal tiyatromuz gördüğünüz gibi bütün ihtişamıyla ve gücüyle Avrupa tiyatrolarıyla rekabet edebiliyor. Şu dekorlar, şu ışıklar, şu sahne techizatı başka hangi tiyatroda var?

“Size hatırlatmak isterim ki, bugün ulusal tiyatromuz iç ve dış düşmanlarımızın bütün engellemelerine rağmen dimdik ayakta ve ilelebed de ayakta kalacak! Hiçbir gücün onu yıkmasına izin vermeyeceğiz!”

Durdu. Sahne ışıklarından dolayı göremediği salona doğru gülümseyerek baktı. Alkış bekliyordu. Geldi alkışlar. En çok da ön sıradaki protokol koltuklarından.

Şimdi konuşmanın en zor kısmına gelmişti. Boğazının kuruduğunu hissetti. Yandaki masadaki sudan biraz içti.

“Efendim, biliyorsunuz, yıllar tiyatromuzun aslî kurallarını tesis etmekle, yeni perdeler ve yeni dekorlar kurmakla geçti. Bundan böyle tiyatromuzda seyircilerimizin en çok beğendiği oyuncular yine seyircilerimizin arzu ettiği oyunu icra...”

Güçlü bir alkış ve tezahürat seli sözünü kesti. Gözlerini kıstı, salona doğru baktı. Göremiyordu, ama alkışların arka sıralardan geldiği belliydi. Cebinden çıkardığı ipek mendiliyle kırışmış alnındaki terleri sildi.

“Ayak takımı sizi!” diye öfkelendi içinden. Gülümsemeye çalıştı, ama içi öfke ve hüzün doluydu. Avamın arzusuna göre oyun ve oyuncular; olacak şey miydi? Ne anlardı onlar tiyatro san'atından? Cahillerdi, çocuk gibilerdi. Kim elmalı şeker gösterirse, kim eğlence vaad ederse ona kanarlardı. Bu tiyatroyu biz kurduk, kimseye yedirmeyiz, diye haykırası geldi. Gülümsemesi yüzünde dondu, yutkundu. Alkışlar dinince, konuşmasına devam etti.

“Sevgili konuklar! Bu arada, sizlere, Avrupa Tiyatrolar Birliğinin pek değerli temsilcilerinin de salonumuzda hazır bulunarak bizi şereflendirdiğini söylemekten bahtiyarlık duyarım.”

Avrupalı misafirler koltuklarından hafifçe doğrulup seyircileri selâmladılar.

Hep onların yüzündendi! Kendisi ve arkadaşlarına kalsa, gidilecek çok yol vardı daha. Seyirciler henüz bu tiyatroya lâyık olacak düzeye gelmemişlerdi. Olgunlaşmamışlardı. Yeterince eğitimden geçmemişlerdi.

Aklına, geçmişten meş’um hatıralar üşüştü. Sırtındaki terler dondu sanki bir anda. Rakip oyuncular ortaya çıkıp da “Biz daha iyi oynarız, seyircileri daha çok memnun ederiz” diye bağıra bağıra sokaklarda gezmişlerdi hani. Cahil güruhlar nasıl da peşlerine düşmüştü onların. Nasıl da “Yeni oyuncular isteriz, hiç anlamadığımız bu oyunu görmekten sıkıldık!” diye neredeyse ayaklanmışlardı. Neyse ki, bin bir zahmetle tiyatroyu ele geçirmeleri önlenmişti. Eh biraz dayak atılmıştı ahaliye, ama olacaktı o kadar.

“Huzurunuzda onlara hoşgeldiniz diyorum.”

Avrupa Tiyatrolar Birliği “Ya seyirci taleplerini sahnenize yansıtırsınız” diye tehdit etmişti onları, “ya da sizi birliğimize almayız ve üçüncü sınıf bir tiyatro olarak kalmaya mahkûm olursunuz.”

“Efendim, yıllardır oyunları yazan, yöneten, oynayan ve dahi eleştiren bendeniz ve arkadaşlarım pek değerli seyircilerimizin seçtiği yeni aktörlerimize yeni oyunlarını icra etmeleri için sahnemizi gönül rahatlığıyla terk ettiğimizi söylemeyi bir borç bilirim.”

Gönül rahatlığı? Ne çaresiz bir yalandı bu. Daha birkaç dakika önce kurucu ve kıdemli aktör olarak yeniyetmelerin kulaklarını nasıl çektiğini hatırladı. O sözleri buradan da ilân etmek isterdi, ama yapamazdı işte. Yaman bir çelişkiydi.

“Bakın arkadaşlar, ne kendinizi ne de seyircileri kandırmayın. Bu tiyatroyu biz kurduk, asıl sahibi de biziz. Seyircilere güvenip sakın sakın bizim kurallarımızdan sapmaya kalkmayın. Yeni tarzlar, yeni icatlar çıkarmayın. Buna göz yumacağımızı da sanmayın.”

O sırada, dışarıda, yaşlı bir köylü çekine çekine tiyatro binasına giriyordu. “Hey amca!” diye bir ses dondurdu adımlarını yaşlı adamın. İhtişamlı üniformasıyla görende korkulu bir saygı uyandıran uzun boylu kapıcıydı bu. “Ne zaman öğreneceksiniz bu işleri? Kafanda kasketle tiyatromuza girilemeyeceğini bilmiyor musun sen?”

Yaşlı adam korkuyla kasketini çıkardı, göğsüne bastırdı. “Ne günlere kaldık Yarabbi!” diye sızlandı kapıcı. “Her gelen doluşuyor tiyatroya. Eskiden böyle miydi ya? Herkes haddini, adabını bilirdi. Halk tiyatroya böyle hücum ederse, vatandaşa nasıl yer kalacak?”

“Saygıdeğer konuklar...”

“Otur yerine de bizim oyunumuz başlasın artık!”

Arka sıralardan yükselmişti bu cüretkâr ses. Tiyatronun bekçileri “Yakalayalım mı adamı?” dercesine şeflerine baktılar. Ön sıradaki güvenlik şefi, huzursuzca alnını kaşıdı, ama istifini bozmadı. Sahnedeki emektar oyuncuyu dinlemeye devam etti.

“Küstahlar!” diye fısıldadı dişlerinin arasından. Gülümsemeye çalıştı. Işığa alışan gözleri şimdi ön sıradaki protokol mensuplarını, onların çatık kaşlarını seçebiliyordu. Birden rahatladı.

İşte, oyun değerlendirme jürisi, tiyatro güvenlik elemanları, zamanında kendi cebinden maaşa bağladığı sadık yerel gazete muhabirleri.. hepsi oradaydı. Onlar vardı. İyi ki onlar vardı!

Sahne perdeleri açılırken, arka sıralardan sevinç tezahüratları yükseldi.

Ön sıradaki protokol üyeleri sıkıntıyla koltuklarında kıpırdandılar. Birbirlerine eğilip başlarını sağa-sola sallayarak birşeyler mırıldandılar.

Salonun karanlıkta kalan localarından birisinde yüzlerini kimsenin göremediği iki-üç yabancı adam kafa kafaya vermiş fısıltılarla sahnelenecek yeni oyuna düzeltmeler yapıyordu. Yaptıkları düzeltmeleri daha sonra sahne kenarındaki adamlarına ulaştıracaklar, onlar da oyunculara sufle verecekti.

Salonun diğer bir köşesinde ise kimselerin tanımadığı figüranlar ayakta bekliyordu. Bir baş işaretiyle sahne dışındaki rollerini oynamak için harekete geçeceklerdi. Son ana kadar rollerinin ne olduğunu bilmeseler de, isimlerini tarihe yazdıracak insanlardı onlar...

Ve perdeler kalktı, oyun başladı.

www.muratciftkaya.com

04.06.2006

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (01.06.2006) - Varlığımız kime emanet?

  (30.05.2006) - Modern ideolojik bir proje olarak İslâmcılık

  (28.05.2006) - Suya kanmak*

  (25.05.2006) - Projenin iflâsı

  (23.05.2006) - Namuslu bir sol hayal mi?

  (21.05.2006) - Ayırmayan ölümler yaşayabilmek

  (18.05.2006) - “Kürt sorunu”nu yeniden düşünmek-2

  (16.05.2006) - Kürt sorunu”nu yeniden düşünmek

  (14.05.2006) - Affetmemenin dayanılmaz ağırlığı

  (11.05.2006) - İffeti yeniden hatırlamak

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Meryem TORTUK

  Metin KARABAŞOĞLU

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahaddin YAŞAR

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  Ümit ŞİMŞEK

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004