Resmî ağızlarda çokça gezse de, bugün Avrupa’yı ne sonuçlarıyla birlikte iflâs etmiş ve postmodern “durum”da vazgeçilmiş Rönesans ve Aydınlanma tanımlayabilir, ne de hümanizm. Ulusal kimliklerin aşılıp ulusötesi bir “Avrupalılık” kimliği de, son yılların kültürel gayretlerine rağmen, henüz oluşturulabilmiş değil. Avrupalıların ancak yüzde 4-5 gibi bir kısmı kendisini öncelikle Avrupalı olarak görüyor; büyük çoğunluk kendisini ulusal kimliğiyle tanımlıyor. Avrupalı olmak ise ancak bir sıfat şeklinde zikrediliyor.
Ve Avrupa, asgarî müştereği olan Hıristiyanlık unsurunu Müslüman bir ülkenin katılımıyla kaybetmek üzere gibi görünüyor. Ancak, Hıristiyanlığın halihazır Avrupa kültürü içindeki rolü ve üzerindeki etkisi fazlasıyla sınırlı.
Siyasî-dinî bir kurum olarak Kilise’nin zayıflaması, (kurumsal) Hıristiyanlığın hem bir hayat tarzı, hem de ahlâk kaynağı olarak bireyler üzerindeki etkisini yok denecek bir düzeye indirmiş durumda. Buna karşılık, ailenin yokoluşu, cinsel yozlaşma, uyuşturucu kullanımının istilası gibi toplumsal sorunlar Avrupa’nın içten çöküşünü işaretliyor ve çözüm bekliyor. Önce varoluşçuluk ve sonra nihilizm bireysel bir hayat tarzı olarak eski Avrupa’nın hakim paradigmalarına bir tepki olarak yükselmiş olsa da, ne toplumsal ne de varoluşsal sorunlara çözüm sunmuyor.
Cenneti dünyaya indirme projesi olarak Avrupa’nın ürettiği “ilerleme” ideolojisi çoktan iflâs etti. Ölüm başta ilerleme olmak üzere bütün bütün dünyevî ve dinkarşıtı ideolojilerin çare bulmaktan aciz kaldığı noktalardan birisini teşkil etmeye devam ediyor. Max Weber’in ifadesiyle “medenî insan”—yani Avrupa insanı—için “ölüm hiçbir anlam taşımıyor, çünkü medenî insan kendisini sonsuz bir ‘ilerleme’ döngüsüne soktu ve bu döngünün tanım gereği sonu yok. Her aşamanın bir adım sonrası var. Son nefesini veren kimse zirveye ulaşmış olarak ölmüyor. Medenî insan daha çok fikir, daha çok bilgi ve daha çok problemle kültürünü sürekli zenginleştirmeye çalışırken, hayata doyamıyor; olsa olsa hayattan yoruluyor. Hayatında eline geçen her şey geçici ve tanımlı olduğu için, ölüm anlamsızlaşıyor. Ölüm anlamsızlaştığı için medenî hayat da anlamsızlaşıyor.”
Ya da Said Nursî’nin “yeryüzünde cennet” projesinin mimarı Avrupa’ya seslendiği Nota’da belirttiği gibi:
Bir adamın küçücük bir konudan dolayı ye’se düşmesi, vehmî bir işten dolayı ümitsizliğe kapılması ve önemsiz bir işten dolayı hayal kırıklığına uğraması sebebiyle, tatlı hayaller ona acılaşıyor, şirin vaziyetler ona azap veriyor, dünya ona dar geliyor, zindan oluyor. Halbuki, senin uğursuzluğunla kalbinin en derin köşelerinde ve ruhunun tâ esasında dalâlet darbesini yiyen ve o dalâlet cihetiyle bütün emelleri tükenen ve bütün elemleri ondan kaynaklanan bir biçare insana hangi saadeti temin ediyorsun? Acaba, geçici, yalancı bir cennette cismi bulunan ve kalbi, ruhu cehennemde azap çeken bir insana mes’ut denilebilir mi? İşte, sen biçare beşeri böyle baştan çıkardın; yalancı bir cennet içinde cehennemî bir azap çektiriyorsun...
Kısacası, tarihin bu kritik dönemecinde, siyasal ve ekonomik sorunlarını bir derece çözmüş, ama bireysel ve varoluşsal düzlemde çözümsüz bir Avrupa var sahnede. İnsaniyeti uyanmış, sorular soran; ama dogmatik Kilise öğretilerinin cevaplarına kanmayan bir Avrupa.
Aydınlanmanın iddiasının aksine, bilimler Avrupa insanının temel sorularına cevaplar getirmedi, sadece sorulara yeni sorular ekledi. Kâinat her bileşeniyle bir soru yumağı olarak hâlâ anlaşılmayı ve çözülmeyi bekliyor. İnsan hayatı hâlâ hayattan daha büyük bir anlamla donandığında yaşamaya değer kazanıyor.
Her insan gibi Avrupa insanı da hâlâ aynı mahiyette. Mutlak acziyetiyle birlikte hadsiz musibetler ve onu inciten hâricî ve dahilî düşmanlara karşı dayanak noktasına muhtaç; ve mutlak fakirliğiyle beraber hadsiz ihtiyâçlara müptelâ ve ebede kadar uzanmış arzularına medet ve yardım edecek yardım noktasını arıyor. Bu dayanak ve yardım noktasını ise semavî dinlerin öğrettiği mutlak rahmet ve mutlak kudret sahibi bir Yaratıcı’ya inanmaktan başka bir ideoloji, görüş ya da hayat tarzı sağlayamıyor.
Siyasetin miyop gözlükleriyle bakıldığında görülmeyen bu temel sorunlar, Avrupa’nın din ile ilişkisini yeniden gündeme getiriyor.
13.06.2006
E-Posta:
[email protected]
|