Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 13 Haziran 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Davut ŞAHİN

Hizanî’yi dinlerken



Aşık Hizanî Bizim Radyo’da (104.4) konuğumdu. Aşıklık geleneğini konuştuk.

“Aşık”lığın kuşaktan kuşağa iletilen kültürel kalıntılar, alışkanlıklar, bilgi, töre ve davranışlar olarak ifade edildiğini anladık.

Hizanî’ye “Aşık”lığın ne olduğunu sorduğumda, “Hak aşıklığı” olduğunu söyledi. “Bu gün Hak aşıklığı mecazi aşklarla karıştırılıyor” dedi.

Sohbetimizde bu geleneğin öyle basit bir uğraş olmadığını anladık.

Aşıklık geleneğin en belirgin özelliklerini dinledik. Neler konuşmadık ki:

Meselâ “Mahlas alma.” Biliyorsunuz Aşık Hizanî bir mahlas... Asıl ismi İbrahim Akkuş...

Meğerse halk edebiyatında mahlas, geleneğe bağlı uygulanan bir kuralmış.. Bu yüzden aşıkların çoğunun asıl ismi unutulmuş, mahlasları isim olarak kullanılmış. Çok küçük yaşta sesinin güzelliği ve yanık türküleriyle dikkat çeken Akkuş’a bu “mahlas”ı, yakın dostları vermiş. Biliyor musunuz, mahlas almak o kadar kolay bir iş değil.... Her ne kadar bir kısmı, adını, soyadını veya yaşayışına ve sanatına uygun olarak kendisi bir mahlas seçebilir. Ama geçmişte... Yani usta çırak ilişkisinde, üç şekilde “mahlas” alır. Şöyle: Usta “aşık çırağı” sınava tabi tutar... Usta “aşık çırağının” durumuna göre, bir mahlas uygun görür... Veya şeyh ve pirin mânevî tesiriyle mahlas alır...

Usta-çırak dedik de... Öyle basit bir esnaf işi değil bu... Yüzyıllar boyu yaşatılan geleneklerin en önemlileri olduğu için, aşıklar genellikle bir usta aşığın yanında onun çırağı olarak ders almaları gerekmekte... Bu şu demek: genç aşık, ustasının yanında çok büyük bir sabır gösterecek. Sabır eğitiminden sonra, çırak ustasının hayır duâsını alarak tek başına halk önüne çıkma iznine kavuşur. Hizanî’ye “ustan kim?” diye sorduğumda, “Benim manevi ustam Murat Çobanoğlu’dur” dedi. (Vefatı: 26 Mart 2005, Ankara).

Bir de “rüya sonrası “Aşık” olmak... Yani “bade içme” anlamında kullanılan bir kavram var. Bu geleneksel bir unsur... İnanışa göre, “aşık olmak için” ya usta yanında yetişmek, ya da mutlaka “pir” elinden bade içmek gerek... Bade, şerbet, su gibi içilecek bir mai olabileceği gibi, elma, nar, ekmek, üzüm gibi herhangi bir yiyecek de olabilir...

Sohbetimizin en ilginç yanı aşıklık geleneklerinden biri olan “leb değmez.” Yani: “dudak değmez” kısmı... Aşıkların ustalıklarını sergilemek için bir nevi söz hüneri olarak başvurdukları bir biçim... Düşünebiliyor musunuz: aşıklar dudakları arasına bir iğne koyuyor... Yarışmada eğer “atışma” halinde olurlarsa, kesinlikle şu harfleri söylemeyecek: b, p, m, v, f... Çünkü bunlar dudakları birbirine değdiren harf biçimi... Yani, hüner odur ki, diş ve dudak sesleri bulunmadan şiir söyleyebilsinler... Sadece “ustalık” yetmiyor, “söz hüneri” olmak gibi bir kabiliyete de sahip olmalı...

“Askı”yı da pas geçmemeli. Yani diğer bir deyişle “muamma”yı... Muamma halk şiirinde bir kimsenin ya da varlığın adını gizleyen şiir demek... Aşık edebiyatında muammanın özel bir önemi var... Hatta, muammayı çözmek bilgi ve zeka ister...

Açalım: Aşıkların geleceği bir kahvede, sigara ve nargile içilmez. Sesli konuşulmaz. Herkes intizam içinde oturur. Halk şairi tarafından hazırlanmış muamma büyük ve uzaktan okunabilecek bir yazı ile kâğıda yazılır ve tahtaya yapıştırılır. Tahtaya bir milimetre kalınlığında bal mumu sürülür. Aşıklar nöbetle kahveye gelir. Derecesine göre ağırlama söylenir. Ağırlanan kişi ağırlığına göre muammanın etrafındaki bal mumu sürülmüş tahtaya para yapıştırır. Muammayı kim çözerse, paraları alır...

Aslında konuşulacak o kadar çok şey vardı ki, programımızın dakikaları sınırlıydı.

Bu kadar güçlü bir geleneğe bağlı olan Aşıklık geleneğini birkaç dakikaya sığdırmak zaten mümkün değildi.

Hizanî’yi dinlerken şunu gördüm ki:

Aşıklık öyle/böyle basit bir gelenek değil, aksine kökleri çok sağlam mânevî temellere dayanıyor. Günümüzde kitle iletişim araçların gücü artsa da, bu gelenek yeni ortamlara, yeni şartlara uyum göstererek sessiz sedasız varlığını sürdürmekte. Dejenerasyona rağmen...

13.06.2006

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (09.06.2006) - Haydi yogaya!

  (08.06.2006) - TRT’de neler oluyor?

  (07.06.2006) - Kazan kaynatanlar

  (06.06.2006) - Piknik

  (04.06.2006) - Zeytinyağı

  (02.06.2006) - RTÜK’ten şiddet kompozisyonu

  (01.06.2006) - Kanal D, kamusal alan mı?

  (31.05.2006) - Gençlik sarhoşluğu

  (30.05.2006) - “Dinci basın” kavramı

  (28.05.2006) - Ivır zıvır gündem

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Meryem TORTUK

  Metin KARABAŞOĞLU

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahaddin YAŞAR

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  Ümit ŞİMŞEK

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004