“Bu Kur’ân Mekke ile Tâif gibi iki büyük şehirde bulunan bir büyük adama indirilmeli değil miydi?” dediler.
“Yoksa Allah’ın rahmetini onlar mı paylaştırıyor? Onların dünya hayatındaki maişetlerini Biz paylaştırdık ve birbirlerine işlerini gördürsünler diye onların kimine diğerinden üstün imkânlar verdik. Rabbinin rahmeti ise, onların biriktirdikleri şeylerden hayırlıdır.”
Zuhruf Sûresinin 31 ve 32. âyetlerinde Mekke müşriklerinin üstünlük olarak zenginlik, soy ve sopu esas almaları üzerine Efendimizin (a.s.m.) peygamberliğini hazmedemeyişlerine böyle cevap veriliyordu. Mekke’nin zenginlerinden olan Velid bin Muğire, Efendimizin (a.s.m.) yetimliği sebebiyle bir türlü peygamberliğini kabullenemiyor, zengin olduğu için peygamberliğe ya kendisinin ya da Taifli Ebû Amr bin Umeyr es-Sakafî’nin lâyık olduğuna inanıyordu. Oysa İslâm soya, sopa, zenginliğe değil takvaya bakıyordu. Kaldı ki Allah Resûlü yetimdi, zengin değildi, ama soyca onların en şereflisiydi.
Âyette “Allah’ın rahmetini onlar mı paylaştırıyor?” buyurulurken Efendimizin (a.s.m.) rahmet oluşuna da dikkat çekiliyor.
Evet, Efendimiz (a.s.m.) başlıbaşına bir rahmettir. Kur’ân buyurmuyor muydu, “Biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik”1 diye. Bizzat kendisi de düşmanların verdiği sıkıntılar karşısında lânet etmesi istendiğinde, “Ben lânetçi olarak değil, rahmet olarak gönderildim”2 diye buyuracak, kendisinin “hediye edilmiş bir rahmet” olduğunu bildirecekti.3
O sadece insanlık için değil, tüm kâinat için bir rahmettir. Zerreden küreye, bitkilerden insanlara kadar her şey için… Mü’min-kâfir herkes için…
Evet, o en büyük bir ikram, hediye edilmiş rahmet, en büyük bir nimettir. Hem de sayısız nimetlere vesile olan bir rahmet ve nimet… Nitekim Kur’ân buna şöyle dikkat çeker: “Gerçekten Allah mü’minlere içlerinden bir peygamber göndermekle bir nimet bağışladı…”4
Sayısız nimetlerin anlaşılmasına vesile olan böylesine büyük bir rahmet ve nimetin değeri, ancak farkına varıldığında bilinir. Bu da ancak inandıklarımızın şuuruna vararak yaşamakla olur.
O rahmet ve nimet olmasaydı her şey anlamsız, cansız, ölü, ruhsuz ve karanlıkta kalmaz mıydı?
Bütün mesele bunun farkına vararak yaşayabilmekte.
Dipnotlar:
1- Enbiya Sûresi: 107. 2- Müslim, Birr: 87. 3- Hakim, Müstedrek, 1:38; Darimî, Mukaddime: 3. 4- Âl-i İmran Sûresi: 164.
13.06.2006
E-Posta:
[email protected]
|