Kâinatta en yüksek hakikatın iman, sonra da namaz olduğunu düşündüğümüzde namazda çok büyük sır ve hikmetlerin bulunması gerektiğini hemen anlarız.
Evet, namaz nice sır ve hikmetler yüklü bir ibadet. Kâinatın Efendisi (a.s.m.), “Bana dünyadan üç şey sevdirildi” buyururken, bu üç şeyden birinin namaz olduğunu bildiriyor. Onun lisanında namaz, “gözümün nuru” şeklinde nitelendirilecek derecede önemli. Nursuz, ışıksız gözün görmesi mümkün olmadığı gibi namazsız Müslümanlık o kadar zor. Sahabenin, “Biz namaz kılmayana nerdeyse kâfir derdik” demeleri çok anlamlı. Hz. Ömer’in bıçaklanıp şehadete koşarken, “Namaz! Aman namaz! Namaza dikkat edin!” diye haykırdığını da biliyoruz.
Namaz mü’minin hayatında o kadar eşsiz bir yer tutar ki Allah Resûlü (a.s.m.), “Namaz dinin direğidir. Kim namazını kılarsa dininin direğini dikmiş olur. Kim de namazını kılmazsa dininin direğini yıkmış olur” buyurmuşlardır.
Kavun, karpuz, elma, armut gibi nimetlerin yenilmek, arslanın pençelerinin parçalamak için verildiğini bilen insan; zerreden kürelere, yerden göğe kadar her şeyin emrine sunulduğunu gördüğünde kulluk için yaratıldığını, kulluğun başının da namaz olduğunu nasıl anlamaz?
Namazla ilgili bir dizi kitapların yazılıp engin zenginliğinin yansıtılmaya çalışıldığı günümüzde kısa bir makalede onu nasıl anlatabiliriz ki? “Arife bir işaret yeter,” “Damla denize işaret eder” kabilinden bu yolda şu bir-iki makaleyi birer işaret, birer damla olarak kabul edin.
Hadis-i şerifin ifadesiyle kulun Allah’a en yakın olduğu an secde ânıdır. Secdenin namazın rükünlerinden biri oluşu da anlamlı değil midir? Hangi aklı, fikri, şuuru yerinde olan, sevmeyi, sevilmeyi bilen bir insan bu yakınlık için can atmaz?
Bir genel müdür, milletvekili, bakan, başbakan veya cumhurbaşkanıyla görüşmek için heyecanlanan insanoğlu, Allah’ın kulunu, namazla, aradan yetmiş bin perdeyi kaldırıp huzuruna kabul ettiğinin bilincinde değil midir? “Namaz mü’minin miracıdır” hadis-i şerifi kulun doğrudan huzur-u İlâhiyeye kabul edildiğini gösteriyor. Bunun sevinç ve mutluluğundan yerinde duramamalı, neşe ve ferahtan uçmalı değil mi insan? O esnada bir nevî miraçta bulunduğunu düşünerek okuduğu herbir âyet ve duânın ne kadar engin anlamlar ihtiva ettiğini, değer kazandığını, güneşten daha parlak hâle geldiğini anlamakta da gecikmeyecektir.
Yetenekleri, duyguları şirazeden çıkmış, neye ne kadar önem ve değer vereceğini bilemeyen, dengeyi yitiren çağımızın insanı, dosdoğru yolun Allah’ın gösterdiği yol olduğunu, Kur’ân’ın insanı dünya ve ahirette mutlu edecek bütün esasları içine aldığını, namazın bu noktada çok büyük bir yere sahip olduğunu da biraz düşünse hemen anlayacaktır.
Kısaca namazın sır ve hikmetleri anlatmakla bitmez. Ancak yaşanır.
09.06.2006
E-Posta:
[email protected]
|