Dünyanın süper gücü diye bilinen Amerika hakkında ne çok hikâyeler dinledik. Orada her şey mükemmel işliyor, hiçbir kusur yok. Sağlıktan ekonomiye, sosyal hayattan siyasete her şey yolunda. Ne yapıp edip oraya kapak atmak lâzım. Türkiye çok geride kalmış öyle ya... Nedense her konuda kendimizi yere batırıp sözde “muhteşem Amerika”yı göklere çıkartıyoruz. “Ya hep, ya hiç” diye düşünen bir millet olarak mübalâğa san'atında elimize su dökülemez.
Hangi kangrenleşmiş sorun daha elzem bilemiyorum fakat Amerika’daki sosyal hayatın içler acısı hali bugün Türkiye’nin içinde bulunduğu durumdan çok daha trajik. Türkiye’nin Tv programlarında (özellikle bayanlara özel hazırlanan ve içi boş) aile kavramının eritilip yok edilmek istendiği çok açık. Fakat Amerika’nın fazlasıyla izleyici potansiyeline sahip olduğu bir programda “aile” olmak için ne büyük çabalar sarf edildiğini görüyoruz. Çocuklarını terk eden babalar, sürekli DNA testine ihtiyaç duyan anneler, babasını tanımayan banka çocukları ve acı. Bunun yanında aynı Amerika’da Tv izlerken sürekli kanal geçmek zorunda kalmıyorsunuz (ahlâka mugayir programlar yüzünden). Bu durum maalesef ki Türkiye için geçerli.
“Birlikte yaşamak” kavramının artık çok normal karşılandığı bir ülkede yaşıyoruz. “Bir günaha alışmak”tan daha büyük nasıl bir acı olabilir ki? (Başını açarak okumak zorunda kalan kızlarımız vicdanî rahatsızlığı ne kadar yaşıyorlar? Bunu bizzat yaşamış birisi olarak söylüyorum—hangimiz o acıyı her saniye iliklerimizde hissettik? Hiçbirimiz. Gün geldi alıştık ve değiştik.) Hiçbir acı, ilk karşılandığı gibi kalmaz, eğer bu değişim olmazsa yaşanmaz diyebilirsiniz, ancak mânevî değerlerimizdeki en ufak (olumsuz) bir değişimin kaos teoremindeki (kelebek etkisi) zincirleme halkayı oluşturacağını ve bir başka mecrada da aynı “umursamazlığı” yaşayacağımızı unutmamalıyız. Sebepler bağlamında cüz'î iradenin hakkını teslim etmek gerekir. Beynimizi yanlış kodlama lüksüne sahip değiliz.
Sürü psikolojisinden kurtulmak, herkesin yaptığını doğru sanmamak, sessiz çığlıkla da olsa tepki vermek durumundayız. Bu dejenerasyona daha ne kadar seyirci kalınabilir ki?
“Ya insanlara iyilikleri emredip onları kötülüklerden uzaklaştırırsınız (emr-i bi’l-ma’ruf, nehy-i ani’l-münker) ya da Allah sizin başınıza en şerlilerinizi musallat eder; sonra da ne büyüklerinize saygı gösterilir, ne de küçüklerinize merhamet edilir. O zaman en hayırlılarınız duâ eder de kabul edilmez; istiğfar edersiniz de mağfiret olunmazsınız; yardım istersiniz ama size yardım da edilmez.” (Hadis-i Şerif)
Amerika’da bir teknik okulun kıyafet kuralları: Kesinlikle mini etek, askılı buluz giymek yasak. Eğer illâ ki giyecekseniz, üstüne ceket giyin ve eğer ceketinizi çıkartacaksanız, sizi eve göndeririz haberiniz olsun. Buna inanabiliyor musunuz? Tersine dünya, Müslüman olmayan bir ülkenin herhangi bir okulunda alınan kararlar bunlar.
Amerikalılaşmayı matah bir şey sananlara bu sözüm. Onlar açılıp saçılmayı çağdaş bulmuyorlar. Tam aksine en açık kıyafetlerle dolaşan zenciler, Amerika’da hâlâ 3. sınıf vatandaş olarak tanınıyorlar.
İdolümüzün kim olduğuna karar verelim, biz kime ya da kimlere benzemeye çalışıyoruz?
Sürekli hatırlamaya ihtiyaç duyduğumuz bir âyet var: “Aklınızı kullanın.”
05.06.2006
E-Posta:
[email protected]
|