Ülkenin genel manzarasına hangi açıdan bakarsak bakalım, 2000'li yılların en farklı, en hararetli, en tartışmalı ve en kritik Türkiye'siyle karşı karşıya bulunduğumuzu rahatlıkla görebiliyor ve anlayabiliyoruz.
İçteki manzara gibi, dıştaki manzara da hemen hemen aynı ölçüde bir farklılık arz ediyor. Özellikle Irak ve Ortadoğu'daki sıcak ve kritik gelişmeler itibariyle...
Dış dünyadaki gelişmeler, Türkiye'nin kendi irade ve inisiyatifiyle doğrudan bağlantılı değil. Dolayısıyla, bu hususu şimdilik tehir ederek, iç manzaradaki muhtemel gelişmelere şöyle bir nazar gezdirmek istiyoruz.
Henüz başında bulunduğumuz 2007 yılı Türkiye'sinde, iki önemli seçim yapılacak: Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimleri.
Cumhurbaşkanlığı seçimine üç aylık (16 Nisan) bir zaman kaldı. Genel seçime ise, henüz 9–10 aylık bir süre var.
Burada önem arz eden nokta, Türkiye'nin artık bir "seçimler yılı"na girmiş olmasıdır.
Şimdiden temenni edelim ki, ülkemiz kazasız belâsız şekilde bu seçimlerin üstesinden gelsin.
* * *
Evet, dilek ve temennilerimiz bu meyanda devam etmekle beraber, genel havadan anlaşıldığı kadarıyla, birtakım gerilimler söz konusu olacak gibi...
Zira, Türkiye'de henüz demokratik erdemlilik ve demokratik hazımlılık, henüz tam olarak kemâlini bulamadı.
Oysa, millet olarak bu vâdideki maratonumuz tam 100 seneyi buldu.
Hürriyet ve Meşrûtiyetin ilanı peşpeşe 1908 yılı Temmuz'unda gerçekleşti. Yani, tam tamına bir asır evvel.
Ne var ki, şimdiye kadar devletlerin bulmuş olduğu en mütekâmil idare olan hürriyet ve meşrûtiyet (özgürlük ve demokrasi) sistemi, bizde maalesef defalarca kesintiye uğradı.
Üstelik, bu kesintiler öyle sessiz–sadâsız, yahut yumuşacık bir tarzda olmadı.
Tam aksine, büyük gürültü ve patırdılarla, dahası kanlı büyük darbelerle yaşandı bu kesintiler.
Bundan dolayı da, yeniden toparlanmak ve açılan demokrasi koridorunda ilerlemeye devam etmek, öyle kolay olmadı.
* * *
Şuna kanaat getiriyoruz ki, Türkiye artık darbeler dönemini geride bırakmıştır.
Ancak, gerilim veya kriz dalgası, günümüzde sadece darbelerden kaynaklanmıyor.
Ara yerde, şimdi daha başka denge unsurları var: Ekonomi, sağlık, eğitim, siyasî aritmetik, tepede sürtüşme, medyanın gerilim pompalaması, post modern müdahaleler, vesaire...
Başta dediğimiz gibi, 2007 yılını inşaallah kazasız belâsız atlatırız. Ancak, yine de son derece dikkat ve teyakkuz ile gelişmeleri takip etmek gerekiyor. Tâ ki, muhtemel sarsıntılardan en az hasarla kurtulabilelim.
GÜNÜN TARİHİ
Wilson Prensipleri ve Cemiyeti
Birinci Dünya Savaşının dördüncü yılında (1918), savaşa katılan hemen bütün devletler yorgun ve bitap düşmüştü. Bu halsizliğe paralel olarak, savaşın içindeki milletlerde de, savaştan nefret ve barışa hasret yönünde gelişen duyguları kabardıkça kabarmıştı.
İşte, tam bu esnada, savaşa sonradan katılan Amerika Birleşik Devletleri tarafından ortaya yeni bir formül atıldı. 14 maddeden müteşekkil bu formülün adı "Wilson Prensipleri"ydi: Maddelerin özünde ise, milletlerin huzuru, barışı ve ülkelerin bağımsızlığı vurgulanıyordu.
8 Ocak 1918 günü, bu prensipler Başkan Wilson tarafından asıl maksadını taşıyan bir mesajla birlikte ABD Kongresine gönderildi.
Maddeler tek tek kongrede okundu ve genel kabul gördü. Ancak, bazı hususlar eksik veya yetersiz bulundu.
Bunun üzerine, Başkan Wilson 11 Şubat'ta prensipler manzumesini 27 maddeye çıkartarak, buna nihaî bir şekil verdi. Aynı gün yaptığı açıklamasında "Devletlerin yeni topraklar alamayacakları; savaş tazminatı ve cezaî tazminat alınamayacağı; milletlerin kendi geleceklerini kendi iradeleriyle ortaya koyması" yönündeki prensip ve görüşlerine açıklık kazandırmış oldu.
İşte, tarihe geçen o prensiplerin bir özeti:
1– Barış antlaşmaları açık ve şeffaf biçimde yapılmalı, gizli antlaşmalar terk edilmeli.
2– Karasuları dışındaki denizlerde dolaşım, savaşta ve barışta hür olmalı.
3– Milletler arasındaki iktisadî engeller kaldırılmalı ve serbest ticarete izin verilmeli.
4– Milletler, iç güvenliği sağlamaya yetecek miktarın dışında silâhlanmaya gitmemeli. Bunun için garantiler verilmeli.
5– Bağımsızlık yolu açılmalı ve sömürge topraklarında yaşayan halklara kendi kaderini belirleme hakkı verilmeli.
6– Rusya topraklarındaki yabancı birlikler ayrılmalı ve devletlerin de yardımı ile Rusya'ya kendi gelişimini sağlama imkânı verilmelidir.
7– Almanya, işgal ettiği Belçika topraklarını boşaltmalı ve burada savaş öncesi durum yeniden tesis edilmeli.
8– Almanya, işgal ettiği Fransız topraklarını derhal boşaltmalı.
9– İtalya'nın sınırları millî esaslara uygun olarak yeniden düzenlenmeli.
10– Avusturya–Macaristan İmparatorluğu halklarına kendi kaderini tayin hakkı sağlanmalı.
11– Romanya, Sırbistan ve Karadağ toprakları boşaltılmalı ve Sırbistan'a denize açılma imkânı verilmeli.
12– Osmanlı İmparatorluğunun Türk olan kısmına istiklâl hakkı tanınmalı. Çanakkale Boğazı, bütün milletlerin ticaret gemilerine açık olmalı ve bu husus garanti altına alınmalı.
13– Bağımsız bir Polonya kurulmalı ve Baltık Denizine açılmalı.
14– Büyük–küçük, bütün devletlere siyasî bağımsızlıklarını ve toprak bütünlüklerini karşılıklı olarak garanti altına alma imkânını sağlamak maksadıyla, milletlerarası bir teşkilât kurulmalı. (Bu son madde, BM'nin teşkiline giden yolu açmaya yöneliktir.)
Prensiplerin etkileri
Savaşa katılan devletler arasında barış görüşmelerinin başlamasını tetikleyen Wilson Prensipleri, etkisini ilk etapta Avrupa devletleri arasında gösterdi.
Almanya ile Fransa ve İngiltere arasındaki barış görüşmelerinde, bu prensiplerin çok büyük rol oynadığını kabul etmek gerek.
Osmanlı Devleti ise, Wilson Prensiplerine ilk başta sıcak bakmadı. Ancak, 1918 yılı sonlarına doğru hem yalnız, hem de çaresiz kaldığını görerek, bizzat kendisi harekete geçerek bu prensipler çerçevesinde hasımlarıyla bir barış görüşmesi talebinde bulundu.
İşte, 30 Ekim 1918'de yapılan Mondros Ateşkes Antlaşması, bu talebin bir neticesi oldu.
Ne var ki, ateşkes antlaşmasının kâğıt üzerindeki şartları gibi, bunların uygulanması safhasında da karşı taraf (İtilâf devletleri) hiçbir kànun–nizam tanımaksızın hareket ettiler ve bildiklerini okumaya devam ettiler.
İstanbul, Musul, İzmir, Trakya ve Anadolu'yu çepeçevre saran işgal hareketleri, özellikle İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunanlıların, ateşkes antlaşmasından ne anladıklarını açıkça ortaya koyuyordu.
Wilson Prensipleri Cemiyeti
Bu ismi alan cemiyet, 14 Ocak 1919’da İstanbul'da kuruldu.
Cemiyetin nihaî maksadı, Avrupa'dan ziyade Amerika'nın desteğini almak ve geleceğin Türkiye'sini ABD mandacılığı altında adım adım bağımsızlığa doğru götürmek.
Cemiyetin kurucuları arasında ise, şu isimler var: Halide Edip, Celalettin Muhtar, Ali Kemal, Refik Halid, Celal Nuri Bey, Necmeddin Sadık, Cevat Bey, Ahmet Emin (Yalman) ve Yunus Nadi.
Ekseriyeti gazeteci olan bu cemiyetin kurucuları, Başkanı Wilson’a gönderdikleri mektupta özet olarak şunu ifade ettiler:
“Türk aydın ve ileri gelenleri ‘Türk Wilsoncular Birliği’ adını verdikleri bir teşkilât kurdular. Maksatları, dünyada yeni bir devrin müjdecisi olan ABD’nin büyük başkanına müracaat etmek olup, onun başında bulunduğu devletin yakın desteğini sağlamaktır. Arzumuz, nihaî bağımsızlığımızı sınırlayacak bir vâsilik (mandacılık) olmayıp, gelişmemiş ve geri kalmış bir milleti milletler topluluğunda şerefli bir yere yükseltecek bir eğitim sürecini (15–25 yıl gibi) ABD'nin destek ve himayesi ile sağlamaktır."
08.01.2007
E-Posta:
[email protected]
|