Bu konuyu yeniden ele almamızın aktüel iki önemli sebebi var.
Birincisi: Sarıkamış Fâciasının yıldönümü olması.
İkincisi: Enver Paşanın torunu Arzu Enver Hanımın dedesiyle ilgili sözlerinin (aşağıda yer verilecek) medya ve kamuoyunda büyük tartışma ve yankı uyandırmış olması.
Bir başka husus da şudur: Enver Paşa meselesi gündeme ne zaman geldiyse, onun hakkında iki zıt yönlü fikir ve kanaatin mukadderatı hemen hiç değişmedi.
Biri: O bir vatan hainidir.
Diğeri: Hayır, o bir kahramandır.
İşte, Enver Paşanın torunu Arzu Enver Sadıkoğlu'nun son açıklamaları da, ne yazık ki daha çok bu kıskaç içerisinde kalınarak değerlendirildi.
Ancak, hakkı teslim etmek kabilinden, bu meyanda sağlanan önemli bir gelişmeyi de nazara vermekte fayda var.
O da şu: Geçmişte, Enver Paşaya "vatan haini" damgasını vuranların bir kısmı, bu katı tutumlarını nisbeten değiştirmeye başladılar. Eskiye nazaran daha yumuşak, daha temkinli bir üslûp kullanmaya yöneldiler.
Bunlar, şimdi Enver Paşaya doğrudan hain demek yerine, onun başarılı bir kumandan olmadığını, heyecanlı, maceraperest ve özellikle M. Kemal ile yıldızı hiç uyuşmayan bir komutan olduğunu vurgulamayı tercih ediyorlar.
Ne diyelim, bu da hayra alâmet bir gelişme.
* * *
Enver Paşanın ne derece başarılı veya ne ölçüde bir "kahraman kumandan" olduğu tartışılabilir elbet. Ancak, onun bir vatan haini olmadığı, aksine büyük bir vatanperver olduğu, şüphe götürmez bir hakikattir.
1908'de "Hürriyet kahramanı" olarak alkışlanan, 1911'de Trablusgarp'da İtalyanlara karşı cansiperane mücadele eden, 1913'te Edirne'nin Bulgar işgalinden kurtulmasında en büyük rolü oynayan, 1915'te Çanakkale'ye geçilmez kılan kahraman ordunun Başkumandanlığını yapan ve Birinci Cihan Harbinde tam dört yıl müddetle ordunun başında kalarak emsâlsiz bir dirayet sergileyen bir şahsiyetin "vatan haini" olduğuna dair en ufak bir şüphe, bir tereddüt kalır mı?
Üstelik, Meşrûtiyet dönemi özellikle üst düzey subaylarının birçoğu sefih, içkici, bînamaz ve kadınlara karşı ahlâkî zaaf içinde olmalarına rağmen, Enver Paşanın bu hususta da müstesna bir şahsiyet olduğu, onun namazında, niyazında bir müttaki, temiz, nâmuslu ve dürüst bir kumandan olduğu düşmanları tarafından dahi ikrar ve itiraf edildiğini yakînen biliyoruz.
Bütün bu hakikatlerin rağmına olarak, ona hâlâ düşmanlık etmekte berdevam olanların önemli bir kesiminin, cahil, bilgisiz, ufuksuz, muhakemesiz kimseler olduğu, diğer kesimin ise, kendilerini katıksız Kemalist olarak tavsif ettiklerini de biliyoruz. (Kemalistlerin en ziyade damarına dokunan husus, Enver Paşanın M. Kemal'i hiç sevmemesidir. Falih Rıfkı'nın "Çankaya" isimli kitabında, Enver Paşanın M. Kemal hakkında "Onu paşa yapsanız padişah, padişah yapsanız Allah olmak ister" dediği naklediliyor.)
Bu bilgilerin ışığında, şimdi de yukarıda ismini zikrettiğimiz Enver Paşanın torunu Arzu Hanımın dedesiyle ilgili olarak, bir kez daha tartışmalara yol açan bazı sözlerinden bir derleme yaparak üzerinde düşünmeye çalışalım.
* * *
1955 Napoli doğumlu, Ali Enver'in kızı Arzu Enver Sadıkoğlu, dedesi Enver Paşayla ilgili olarak (Zaman ve Sabah gazetelerinde) şunları söylüyor: "Ortaokulda dedeme 'hain' denildiğini tarih kitabında okuyunca, ağlayarak sınıftan kaçtım. Hâlâ konuştukça bana dokunur, gözlerim dolar. Yargısız infaz... Babamdan, halalarımdan her zaman Enver Paşa'yı dinledim ben. Dedem vatanperverdi. İnsanların hataları olabilir ama hataların yorumları ayrı bir şeydir. Dedem iyi bir askerdi. Kahramandı. Sarıkamış'ta da 90 değil, 18 bin şehit verdik... Dedeme yapılanı hep haksızlık olduğunu düşündüm. Vatan haini, Türkiye'yi sattı gibi cümlelere maruz kalmamalıydı."
Gerek Arzu Hanımın ifade ettiği "18 bin şehit", gerekse başka kimselerin telâffuz ettiği "90 bin şehit" gibi birbirini tutmayan rakamların doğrusu, Genelkurmay'ın kayıtlarında bulunması gerekir. Gerçi, rakamların azlığı ya da çokluğu herşeyi ifade etmiyor. Ama, doğrusu neyse onun bilinmesinde fayda var.
Bununla beraber, bugün için meselâ deniliyor ki: "Sarıkamış'ın hesabı neden hâlâ sorulmadı? Kesin rakamlar neden açıklanmıyor?"
Bu gibi soruların haklılık payı elbette var. Ancak, gelin görün ki, daha yakın tarihteki, meselâ 1924'ten sonraki belgeler, hele hele İstiklâl Mahkemelerinin kayıtları ve idam bilânçosu dahi henüz açıklanmadı. Üstelik, açıklanmıyor ve bu dönemin hesabı da sorulamıyor.
Demek ki, yakın tarihimizle ilgili meselelerin karanlıktan aydınlığa taşınması, öyle sanıldığı kadar kolay ve basit bir iş değil.
Umarız, görünür–görünmez birtakım ayakbağlarından kurtulur da, hiç olmazsa yakın tarihimizi hakkıyla öğrenecek bilgilere kavuşma imkânını buluruz.
İki vefat hadisesi
Dün aldığımız iki vefat haberiyle gayet müteessir olduk.
Birincisi, İrfan ve İbrahim Şencan kardeşlerin babaları Hasip Efendi Hakk'ın rahmetine kavuştu.
30 yıla yakındır tanıdığımız sâdık, gayyur, hamiyetli, cesur ve cömert Şencan kardeşlere taziyetlerimi sunar, cemil sabırlar niyaz ederim.
İkincisi ise, yine 30 yıla yakındır yakînen tanıdığımız "son şahitler"den Hakkı Yavuztürk Ağabeyimizin vefatı.
Yasemin Hanım kardeşimizin babası ve arkadaşımız Kâzım Güleçyüz'ün de kayınpederi olan Hakkı Ağabey ile çok güzel ve harikulâde mânidar hatıralarımız var. Son olarak, geçenlerde kendisini hayırlı bir rüyâda tam da Cennet yaşı olan 33 yaşında görerek, birkaç ağabeyle birlikte bir nevi "vedâ ziyareti"nde bulunduk; evlerinde feyizli sohbetler ettik.
Bu hatıraların detayını inşaallah önümüzdeki günlerde sizlerle de paylaşmak arzusundayım.
Cenazesi bugün kaldırılacak olan Hakkı Ağabeye Cenâb–ı Hakk'tan rahmet ve mağfiret, değerli eşine, kızlarına ve sâir yakınlarına taziyetlerimi sunarım. MLS
06.01.2007
E-Posta:
[email protected]
|