Osmanlı devleti için Birinci Dünya Savaşının en zor, en çetin, en önemli ve en kritik iki büyük cephesi vardı: Çanakkale ve Kafkasya Cephesi.
Bu iki cephenin de tarihte derin izler bırakan iki önemli hadisesi var: Çanakkale Zaferi ve Sarıkamış Fâciası.
Bu iki hadisenin ise, ayrılmaz bir parçası ve olmazsa olmaz bir fenomeni var: Enver Paşa.
Ne hikmettir bilinmez, Enver Paşayı "Atatürk karşıtı" ve hatta "vatan haini" gören kimi resmî görüş sahipleri, Sarıkamış Fâciasının bütün günahını Enver Paşaya yükledikleri halde, onu Çanakkale'de yok saymakta, yahut görmezden gelmektedirler.
Halbuki, aralarında sadece 2–3 aylık bir zaman farkı bulunan her iki hadisenin vukuunda da, Enver Paşa Harbiye Nazırı ve Başkomutandır.
O halde, niçin birinde büyüteç altında gösterilen Enver Paşa, diğer hadisede görünmezden geliniyor?
İşte, bundan 92 yıl evvel yaşanmış olan bu iki büyük hadisenin iç yüzünü ve adeta tersyüz edilen gerçek çehresini gösterecek olan can alıcı nokta burasıdır.
Onun içindir ki, biz de bilhassa bu nokta üzerinde durmak istiyoruz.
5 Ocak'ta fâcia, 18 Mart'ta zafer
Ermeni çetecileriyle ateş gücü yüksek Rus ordusuna karşı Kafkas Cephesinde yaşanan savaşın en dramatik sahnesi, hiç şüphesiz Sarıkamış'ın karlı dağlarında yaşandı.
Bu cephede savaşan 3. Ordumuzun mevcudu 100 binin üzerindeydi. Bütün cepheyi tutmuş olan bu ordunun ağırlık merkezi ise, 22 Aralık 1914'ten itibaren Sarıkamış'a kaydırıldı.
Ordumuz, rakımı 3000 metreyi geçen karlı Sarıkamış dağlarında mevzilenecek ve yaklaşan Rus ordusuna karşı harbedecekti.
Ancak, o yılki kış şartları çok çetin geçti. Bu yüzden de, on binlerce askerimiz, düşmanla hiç karşılaşmadan ve tek kurşun dahi atamadan şiddetli kar ve tipi altında kalarak şehid düştü.
Askerimiz, yanlış ve zamansız yapılan bir harp stratejisinin kurbanı oldu. Ne var ki, şehit sayısı 90 yıldır tartışmalı olan bu büyük dramın bütün sorumluluğunu Enver Paşaya vermek, hakikatin ruhuyla bağdaşmaz.
Sebebine gelince...
Birincisi: O seneki ağır kış şartları sebebiyle, sadece bizim askerimiz değil, hemen hemen aynı sayıda olmak üzere, soğuk hava şartlarına alışkın olan on binlerce Rus askeri de o dağlarda kırılmaktan kurtulamadı.
İkincisi: Osmanlı ordusu, yüz yıldan fazla bir zamandır ki, hemen hiçbir cephe savaşını zaten kazanmış değil. Maalesef, eldeki ordu, yaşlı ve kendini rakiplerine göre modernize edememiş yaşlı bir imparatorluğun tâ Viyana Bozgunundan beri sürekli geriye doğru çekilen hantal bir ordudur.
Üçüncüsü: Enver Paşanın emri altında bulunan ve orduya hükmeden komutanlar, emre itaatsizlik ve belirlenen harp stratejisine aykırı inisiyatif kullanmak gibi hatalara düşüyor.
İşte, bu derece olumsuz ve karmaşık şartlar altında 22 Aralık günü başlayan Sarıkamış harekâtı, 5 Ocak 1915 günü büyük bir fâcia, yürekleri dağlayan bir dram ile noktalanıyor.
Ordunun bu perişaniyeti ve yaşanan büyük fecâat neticesi, Rus ordusu Ermeni çetecilerin klavuzluğunda hızla ilerliyor ve ilkbahara doğru Erzurum'u da geçerek Van sınırına gelip dayanıyor.
Karşısında savaşarak düzenli bir ordu bulamayan Rus kuvvetleri, Mayıs ayında Van'ı işgal ederek (ki, "Tehcir kànunu" o zaman çıktı) Muş ve Bitlis istikametine doğru hızla ilerlemeye başladı.
Ermeni fedâileriyle Rus ordusunu bu dağlık bölgede yaklaşık bir yıl müddetle durduran ve onlara ağır kayıplar verdiren kuvvet ise, Milis Kuvvetleri Kumandanı Fahrî Albay Bediüzzaman Said Nursî ile etrafına toplanmış olan gönüllü kahramanlar oldu.
Bitlis'te, o tarihte hakikaten bir kahramanlık destanı yazıldı ve "Bitlis Boğazı" geçilmez kılındı.
İşte, bu destanın yazılmasında da Enver Paşanın rolü büyüktür.
Zira, Bediüzzaman'ın komutasında bir milis teşkilâtının kurulmasını bizzat Enver Paşa istediği gibi, onlara silâh ve mühimmat yardımı yapan da yine kendisidir.
İşte, böyle bir kumandana "vatan haini" damgasını vurmanın, acaba vicdanla, insafla, tarihî gerçeklikle bağdaşır bir tarafı olabilir mi?
Ayrıca, bir insanın bazı hata ve zaaflara sahip olması, onun vatan haini olmasını asla gerektirmez.
Şimdi dönelim Çanakkale Cephesine...
* * *
Sarıkamış Fâciasının bittiği günlerin hemen ertesinde, bu kez Çanakkale Boğazı girişinde, boğaza yüklenen yedi düvele karşı büyük bir deniz muharebesi başladı.
Savaşın en çetin günleri ise, Mart ayının başlarında yaşandı.
Neticede, on binlerce Mehmetçiğin şehadetiyle büyük bir zafer kazanıldı.
Sarıkamış felâketi, 5 Ocak'ta sona ermişti. Çanakkale deniz zaferi ise, 18 Mart'ta müyesser oldu.
İşte, bu her iki hadisenin başlayıp bittiği zamanlarda da, Başkomutan mevkiinde bulunan kişi, Enver Paşadan başkası değildir.
Peki, bu hakikat neden resmî tarihlerde olduğu gibi yansıtılmıyor?
Diğer bazı sebeplerin yanı sıra, en önemli sebebi şudur: İkisi de 1881 doğumlu olan Enver Paşa ile Mustafa Kemal arasındaki "ezeli zıtlaşma" ve orduda birbirine rakip olma duygusu...
Zaman içinde üst üste düğüm bağlamış olan bu önemli sırrı, inşaallah bir sonraki yazımızda açmaya çalışalım...
05.01.2007
E-Posta:
[email protected]
|