Bulgaristan ve Romanya, 1 Ocak 2007 tarihi itibarıyla Avrupa Birliği üyesi oldular. Bu iki yeni üye ile birlikte AB; 27 üye ülkeye sahip ve 490 milyon nüfusu temsil eden bir birlik oldu.
İki komşu ülkenin AB’ye üye olması, Türkiye’nin üyeliğinin yeniden gündeme taşıdı. Bazı yorumlarda, ‘iki küçük ve fakir ülke’nin AB’ye üye kabul edilmesi ve Türkiye gibi ‘büyük bir ülke’nin üyeliğinin önüne yeni engeller konulması eleştiri konusu yapıldı, yapılıyor.
Eleştirilerde haklılık payı olsa da, asıl dikkat edilmesi gereken hususun; Türkiye’nin ortaya koymakta çekingen davrandığı ‘siyasî irade’sizlik olmalıdır. Tamam, Türkiye neredeyse yarım asırdır AB üyeliği için uğraşıyor. Ancak bunun için gerekli olan kararlılığı tam mânâsıyla ortaya koyduğumuz söylenemez. “Bir ileri, iki geri” metoduyla ilerlemeye çalıştığımız bu yol çok inişli ve çıkışlı olmuştur.
“AB bizi oyalıyor, Müslüman ülke olduğumuz için kabul etmiyor” tesbitini yapmadan önce; kendi hatalarımıza da bakmalıyız. Çok partili hayata geçtikten sonra neredeyse her 10 yılda bir yapılan ihtilallerin, bu yolu tıkadığının farkında mıyız? 27 Mayıs 1960 ve devamında gelen 1971 krizi ve 1980 ihtilali Türkiye’nin AB hedefini ciddi anlamda tıkamadı mı? Neredeyse otomatiğe bağlanan ‘her 10 yılda bir müdahale’ ile Türkiye AB hedefine ulaşabilir mi? Bu müdahaleleri hatırlatıp, “AB kriterlerine uymuyorsunuz?” diyenler haksız mı? AB’nin ‘hata’larını görüp, haklı olarak itiraz ederken; kendi ‘eksikliklerimiz’i görmeyelim mi?
Bulgaristan ve Romanya, eski ‘SSCB peyki/demirperde ülkeleri’ olması sebebiyle elbette AB standartlarından çok uzaktır. Ancak onların ‘doğru yol’a girmeleri daha kolay. Çünkü bu yolda onları engelleyen bir ‘sistem’leri yok. Düne kadar ‘yanlış’ yön ve yolda gittiklerini anlayıp; ‘doğru yol/yön’ü görünce çok kolay ilerlemeleri mümkündür. Görebildiğimiz kadarıyla onların devlet/millet arasındaki anlaşmazlıkları Türkiye’deki ‘kronik/tedâvisi zor’ değil.
“Büyük Türkiye”nin AB yolundaki asıl engeli, her an yeni müdahalelerin mümkün olabileceği anlayışıdır. İnşallah yeni bir müdahale olmaz ve olmamalı; ancak hâlâ bu konuların tartışılıyor olması bizim en büyük ayıbımızdır.
AB’nin yolundaki yürüyüşümüzün yavaşlaması, bazı konu başlıklarının ‘askıya alınması’ ve ertelenmesi sonrası yapılan açıklamalar da bunu göstermiyor mu? “Hem kel, hem fodul” dedirten bir yaklaşımla güya AB’ye ‘rest çekmek’ Türkiye’nin AB yolunu tıkamak isteyenlerin ekmeğine yağ sürmez mi? “Her an yeni müdahaleler olabilir” havası bizim en büyük engelimiz değil mi? Her şeyden önce bu anlaşıyı değiştirecek bir yapıya kavuşmamız gerekmez mi? Türkiye’nin AB yolundaki ilerlemesine engel olan ‘dış güçler’in varlığını kabul edip onlara kızalım, ama önce kendi içimizdeki ‘ahmak dostlar’ın verdiği zararları görelim. Gelinen noktada AB üyesi olmak Türkiye’de yaşayan milyonların menfaatine olan bir husustur. AB standartlarından bir hak ve hukuk anlayışı “Türkiye’ye fazla” görenlere itiraz etmeliyiz.
Sancılı da olsa bu yol, aşılması ve ulaşılması gereken bir yol/bir hedeftir. Romanya ve Bulgaristan gibi ‘eski demirperde ülkeleri’nin aştığı bu yolu, Türkiye de aşabilir ve aşmalı. Bunun için içerdeki ve dışardaki her türlü engelin varlığından haberdar olarak, ancak ‘onlara rağmen’ bu yolun aşılabileceğini göstermeliyiz.
“Engelleyen”lere de kızalım, ancak önce üzerimize düşenleri yapalım...
04.01.2007
E-Posta:
[email protected]
|