Bugünkü soru işaretim
Bir yangın görüyorsunuz; içinden bir bebeğin hazinâne çığlıkları geliyor; ve siz hâlâ oturuyorsunuz…
Bir anne okyanusun hırçın dalgalarında boğuluyor; siz hâlâ balık tutmak zevkini yaşamaya çalışıyorsunuz…
Bir karınca düşüyor çamura, saman çöpü ile onu almak kurtarmak yerine pervasızca üstüne basıyorsunuz…
Bir çaresiz ihtiyar sıkıntılarının ağırlığıyla kendisini taşıyamayan asasının yanına yıkılıyor; siz en güncel şarkıları dinleyerek yanından geçiyorsunuz…
Bir milletin hicap duvarları yıkılıyor, o duvardan bir tuğla, bir taş da siz hırsızlıyorsunuz…
Mümkün mü?
Mümkün mü bu kadar hırçıncasına vicdansızlık?
Mümkün mü bu gözle görülen harabe olan duyguların yıkılmasını aksiyon varmışçasına izlemek?
Duyguların bu denli kilitlenmesi mümkün mü?
Tahammül mü?
Aç olalım, üşüyelim, kaybedelim her şeyimizi ama duygularımıza sahip çıkalım… Cennet ucuz, Cehennem lüzumsuz değilse, bir fiyat istiyorsa cennet, her şeyimizi verip ödemesi mümkün olmayan borcumuzu bir nebze ödeyelim.
Sineğin ısırmasından kaçıp yılanın zehrine razı olan gençlik için, insanlık için. Bir gaye-i hayali olmayan… sıcak yatağında günlük uykusunu aldığı halde zorla uyku saatini artıran, dün aziz Üstad’la yaşadığı zindan köşelerine razı olabilir mi? Bundandır bazen Afyon hapishanesinin soğuk hücrelerine girelim hayalen, sonra kurulalım sıcak döşeğimize.
Bugün donatılmış sofralarda doymayan, önüne iki öğün yemek konulduğunda “Beni ne zaman böyle yemek yerken gördünüz?” deyip o yemeklerden birinin kaldırılmasını isteyen Hz. Ömer’in (ra) sofrasına oturabilir mi?
Dünyadan hiç ayrılmıyormuşçasına nefsini düşünüp hep arkasına bakan, musibete “Bu da nereden çıktı?” deyip sabırsızlık gösteren, Bedir’de şehit olabilir mi?
Yüzü kan revan içinde kalıp bayılan, ayıldığında “Nebî yaşıyor mu?” diye soran Sıddık-ı Ekber’e (ra) dost olabilir mi?
En güzide zamanda gelen, bu zamanın nasıl bir zaman olduğunu düşünmeyen, kendini okumayan; Nebîye kardeş olabilir mi?
Bugün bir saat tefekkür edebilmek için, bir saat tefekkür edelim!..
|