Dünyalarını ayakta tutabilmek, yani dünya hayatlarını huzur ve sükûn içinde devam ettirebilmek her insanın ana hedeflerindendir. Herkesin asıl arzusu, huzur içinde yaşamak, kendisini rahatsız edebilecek sıkıntı ve musibetlerden korunabilmektir.
İnsan yaratılışından kaynaklanan bu meşrû yaklaşımın, insanları sürüklediği değişik maceralar bulunmaktadır. Bu arayış neticesinde varılan sonuçlar bazı insanları memnun etmekte, bazılarını da hayal kırıklığına uğratmaktadır. Sonuçta, dünya bazılarına sürekli yaşanabilir dünyalar kazandırmakta, bazılarını da yaşanabilecek gerçek dünyalardan uzaklaştırmaktadır.
Gerçek ve iyi bir insan olmak için başlanan yolculuklar vardır. Ama ne yazık ki yol üzerinde kurulan tuzaklar her yolcunun iyi bir hedefe ulaşmasına engel olmaktadır. İnsan yaratılışına uygun bir ideal ülke bulma yolculuğunda herkesin hedefi aynı olmakla beraber, vasıtaları birbirinden oldukça fazla farklılıklar arz etmektedir. Bazı vasıtalar binicilerini arzulanan iklimlere ulaştırırken, bazıları da hedeflerin şaşırılmasına ve binicilerin yollarda perişan olmasına sebep olmaktadır.
Hayat yolculuğunda ilerleyen insanlar yaratılışın ana temasını gözlerimiz önüne sermektedir. Bizler böylece neden bu dünyada misafir olarak yaşadığımızı daha iyi anlayabilmekteyiz. Çünkü gözlerimizi dünyamızda meydana gelen olaylara kapatamıyoruz. Her hadise bu dünya hayatının arkasında ulaşılması gereken hedefler olduğunu bizlere fısıldamaktadır. Düşününce anlıyoruz ki, asıl mesele bu yolculuğun selâmetle devam etmesi, arananın bulunması ve sonucunda huzurun elde edilmesidir.
Yolculuk aynı zamanda bir arayıştır insanlar için. Yolcular önce kendilerini keşfetmek zorundadırlar. Kendilerini bulma, keşfetme başarısını elde eden insanlar, pürüzü az bulunan bir yolda ilerleyecek ve eninde sonunda aradığını bulmakla hedefine kavuşmuş olacaktır. Bütün mesele, rotanın iyi tesbit edilmesi ve kötü ruhluların hedef şaşırtma çabalarına aldanılmamasıdır.
İnsanların dünya ile olan münasebetlerindeki rotayı niyetler tayin etmekte, hemen insan sayısı kadar niyet farklılığı olduğundan da, herkesin dünyaya olan yaklaşımları diğerlerinden çok farklı olabilmektedir. Bu gerçekle birlikte ana meselelerde rotaları aynı hedefe kilitlenmiş insan toplulukları da bulunabilmektedir.
Menzil-i maksudları, Yaratıcıyı bulmak ve bu bulmada kendilerinin gerçek değerini anlamak olan insan toplulukları, dünyanın ve kâinatın yaratılış maksadına masadak olmakta, böylece de arayış çabalarının meyvelerini en iyi bir şekilde alabilmektedirler. Bunlar gerekirse dünyayı yüksek idealler için sevebilmekte, gerekirse de dünyanın geçici bir misafirhane olduğunu düşünerek, gerçek alâkaya değmeyeceğini kabullenebilmektedirler. Ayrıca kabul etmekle yetinmeyip, bu noktadaki dünyanın kıymetsizliğini hayatlarına geçirmek en büyük emelleri olmaya başlamaktadır.
İkinci etapta aklımıza gelen dünya sevdalılarının başında, ölümsüz bir dünya hayatı arayışı içinde olanlardır. Diğer bir ifadeyle, dünyayı mabud olarak görenlerdir. Bu durumda olan insanlara ne dünya kayda değer bir şey kazandırmakta, ne de kendilerinin dünyaya bir faydası dokunabilmektedir. Hayat ve yaratılan her şey böyleleriyle mânâsını yitirmektedir. Böyle bir yaklaşım içinde olanlar, insanlarla dünyadaki bütün yaratıklar arasında bir husûmet ilişkisini meydana getirmektedirler.
Dostlukların, güzelliklerin olmadığı bir dünya, dünyanın bizatihî asıl hedef olarak seçilmesiyle ortaya çıkmaktadır. Zahiren dünyayı çok sevenler aslında dünyaya ve içindekilere en büyük kötülüğü etmektedirler.
Neticede görünürdeki dünya dostları yüzünden dünya da, dünyadaki hayat da, hayat sahipleri de önemini kaybetmektedir. Bunlar aradıklarını bulmamakla birlikte kendilerini de kaybetme durumuna düşmüşlerdir. Böylece sadece dünya için yaşanan dünyaların sakinleri, karanlık geleceklerde yaşamaya kendilerini mahkûm duruma düşürmekte, “ebedî huzur” arayışındaki hedeflerine varamamaktadırlar.
02.01.2007
E-Posta:
[email protected]
|