Nefis kabul etmese de, aslında ölüm dostlara, ahbaplara kavuşmaktır ehl-i iman için. Zahirî yüzü acı ve dayanılması zor olsa da, ölüm çirkinliklerden güzelliklere adım atmaktır. Oranın güzellikleri ancak oraya adım attıktan sonra fark edilebilir. Nefsânî duygular, en iyi hayatın, en güzel yaşama şeklinin dünyada olduğunu insana kabul ettirmeye çalışsa da, çekilen sıkıntılar, maruz kalınan elemli haller bu dünyada gerçek huzurun elde edilemeyeceğini göstermektedir.
Kâinatın Rabbi, ölümü, yaratmış olduğu şu dünya hanındaki bütün canlılar için vazgeçilmez bir kader olarak tayin etmiştir. Her canlı mutlaka ölümü tadacaktır. Ölümden kurtuluş, şu dünya hanına misafir olarak gönderilen hiçbir canlı için mümkün değildir. Zira ölümü halk eden Kâinat Sultanı, en sevdiği kullarına bile bu şerbeti içirmiştir.
Peygamberlerin ve bilhassa Habibullah olan Efendimizin (asm) ölümle bu dünyadan ayrılması, ölümün unutulmaması gereken bir gerçek olduğunu bize hatırlatmalıdır. Yaratıcı, kâinatı onun yüzü suyu hürmetine yarattığı sevgili kulu Muhammed’e (asm) bile altmış üç senelik dünya hayatını yeterli kılmış ve onu ölümle bu dünyadan ebedî mekânına almıştır.
Bizler ölüm gerçeğini unutmak ve böyle bir vâkıa olmayacakmış gibi yaşamak lüksüne sahip değiliz. Bir gün sıramız gelecek ve bizler de çok sevme gafletinde bulunduğumuz bu dünya hanından ayrılacağız. Bizler dünyanın en güçlü insanlarından da olsak kendimizi ölümden kurtarma imkânımız olmayacaktır.
Bir ayağı mezarda olacak kadar yaşlanmış olan gafiller vardır ki, ölüme önem vermemekte veya ölümden sonraki hayatta başına nelerin geleceğini düşünmemekte veya düşünmek istememektedir. En yaşlı hallerde bile nefis, insanlara dünya hayatının ebedî yaşanabileceği hissini verebilmektedir ne yazık ki… Oysa dünyada yaşanan her an, insan için bir fırsattır. Bir ebedî hayatı kazanma fırsatıdır dünyada yaşanan dakikalar.
Genç yaşta bile insanların ölebileceği, ölümün sadece yaşlılara mahsus olmadığı gerçeği de gözlerimizin önünde hemen her gün tecellî etmektedir. Bu sebeple ölümü sevme girişimi genç yaşlarda başlamalı hayatımızda. Ölümle ünsiyet peyda etmek, diğer bir ifade ile ölümü bir ana kucağı gibi kabullenmek fıtratın gereğidir. Bunun için ölümü çok zikretmek, adeta ölmeden önce her gün ölümle beraber olmak insan için vazgeçilmemesi gereken hâletlerdir.
Ölüm kaçamayacağımız ve gizlenemeyeceğimiz bir vakıadır. Ecelimiz gelince bir saniye bile daha dünyada yaşama imkânımız olmayacaktır. Ölüm ânımız gelmezse dahi ölümü unutamayız. Zira yakın akrabalarımız, dostlarımız ölmekte ve bizler onların cenazelerini ebedî istirahatgâhlarına götürmek, en azından götürenlere refakat etmek zorundayız.
Bizler yakınlarımızın ölümü ânında gizlensek dahi, dostlarımız bizi bulacak ve “Başınız sağ olsun” diyerek o korktuğumuz gerçeği bize hatırlatacaklardır. Başımızın ilânihaye bu dünyada sağ olmayacağını bir kere daha bu vesile ile düşünmek zorunda kalacağız.
Her gün biraz daha takatı azalan vücudumuz, başımızı istilâ eden beyaz kıllar açık bir şekilde bir sona doğru gittiğimizi bizlere ihtar etmektedir. Çok gerilerde bıraktığımız gençlik yıllarımızı hatırladığımızda, vücud binamızın oldukça eskimiş olduğunu ve harabiyete yaklaştığını daha iyi anlayacağız.
Ama o uslanmaz nefis bizleri hep yanıltmaktadır. Bizleri gerçekler karşısında gülünç duruma düşürmektedir. Böylece anlıyoruz ki, bu dünyadaki en büyük meselemiz, bu azılı düşman olan nefsi ıslâh etmektir.
Sevgisi bütün hataların başı olan dünyaya yapışmakla çok büyük hata yaptığımızı bir gün anlayacağız mutlaka. Ümit edilir ki, iş işten geçmeden fani sevgilileri bırakma şuurunu kazanalım ve gerçek mahbublara dönme azmini gösterebilelim…
Bu vesile ile, geçtiğimiz günlerde Hakkın rahmetine kavuşan muhterem insan Cemil Zorlu Ağabeyime Allah’tan rahmet diliyorum. O gerçekten dünyaya ehemmiyet vermeyen bir çarıklı erkân-ı harp idi. Mütevazi, müstağni ve müşfik idi. İman ve Kur’ân dâvâsının ortalıkta az görünen mensuplarındandı. Mekânı Cennet olsun. Zorlu ailesine bir kere daha taziyetlerimi sunuyorum.
27.11.2006
E-Posta:
[email protected]
|