Ankara’nın çalışkan, üreten gazetecilerinden biri Tacettin Ural.
Muhabirlik, haber müdürlüğü, Ankara Temsilciliği gibi görevlerde bulunmuş, haberin mutfağında da, istihbarat masasında da, yazar olarak kitapların sayfalarında da yer almış bir imza.
Acarkent Villaları ile yaşanan orman talanını gündeme getiren Çevre Bakanı Osman Pepe’ye vuramayanlar danışmanını hedef almış.
Tacettin Ural ne yapmış?
Kitap yazmış.
Birikimli bir gazeteciye yakışan da eser vermek değil mi?
Ural, kitabının adını da “Papa Bir Puttur” koymuş.
Ancak mal bulmuş mağribi gibi kitabın üzerine atlayanlar, Tacettin Ural’ın, kitabı aracılığıyla Papa’ya put dediğini ima etmişler. Ancak kitabın kapağını kaldırsalar, “Papa bir puttur” sözünün ünlü Fransız düşünür Voltaire olduğunu göreceklerdi.
500 yıl önce ettiği bir sözden dolayı düşünür Voltaire’i bile linç eden bir marazi kafa yapısı.
Bu satırları Tacettin Ural’ın papalık müessesesi ve Vatikan’a bakış açısını paylaşmayan biri olarak yazıyorum bunları.
Dinler konusunda yazarken, ne denli batıl bir din olursa olsun saygılı bir ifade kullanılmasını, bu tarzın o dinin mensuplarına bir saygı olmanın ötesinde kendi dinine hürmetin de bir gereği olduğuna inanıyorum.
Ancak yazdı, okudu, konuştu diye birilerinin hedef tahtası olmasına isyan ediyorum.
Hele hele linç mantığı...
Atilla Yayla konuşmalı, Tacettin Ural yazmalı.
Ancak Tacettin Ural kitap yazmak yerine ormanı talan edip, villalar yaptırsa, böyle bir saldırıya uğrayacak mıydı, orası belli değil.
İktidar hırsı uğruna, ‘Rejim elden gidiyor’ diyenleri de, irtica geliyor vaveylasıyla ortalığı yıkanları da çok gördü bu ülke.
Ancak hedefi iyice büyüttüler.
Bu kez yolsuzlukları, hırsızlıkları örtme uğruna Papa’yı bile bu işe alet ettiler.
Türkiye’nin sorunu ne Tacettin Ural’ın yazdığı kitapta, ne Papa’da yatıyor.
Türkiye’nin sorunu bu zihniyette yatıyor.
Beceriksiz siyasetçinin rejimi kullanmasına, talancı hırsızın laikliğin arkasına sığınmasına prim verdiğimiz sürece, kutsal değerlerin hastalıklı ruhlar, müflis insanlar tarafından kullanılmasına mani olamıyoruz.
Bakın Cumhuriyet tarihinde üçüncü kez bir Papa Türkiye Cumhuriyetini ziyaret edecek.
Diğer iki Papa’nın İslâm dünyası ile diyalogdan yana olmalarına karşın, 16. Benedikt tehlikeli bir Papa.
Medeniyetler çatışmasını gerçekleştirmeye inanmış, “Derin Avrupa”nın liderlerinden biri. Ülkemize de İslâm dünyası ile bir diyalog zemini oluşturmak için değil, Ortadoks ve Katolik kiliseleri arasındaki diyaloğu tesis etmek amacıyla geliyor.
Zaten Peygamberimiz hakkında sarf ettiği çirkin sözler sebebiyle de tehlikeli bir dinî önder.
Ancak medeniyetler çatışmasına sarılanların Kabil’den Paris’e, Bağdat’tan Londra’ya kadar dünyayı getirdikleri nokta ortadayken, buna karşı Medeniyetler İttifakı tezi ile ortaya çıkan Türkiye’nin insanlık adına Papa’ya vermesi gereken mesajlar olabilir. Hatta olmalı da...
AKP iktidarının, Saadet Partisi ve Millî Gazete’nin bu işi istismar edeceği kaygısıyla Papa’dan köşe bucak kaçmak yerine, insanlığın sesi olma misyonunu üstlenmeleri daha yararlı olabilirdi.
Bazı sözler tarihe bazı sözler insanlığın vicdanına emanet edilmeli. Papa’nın Türkiye’den başka bir İslâm ülkesine gitmesi söz konusu olamayacağına göre, bu mesaj Türkiye’de ve bizim yöneticilerimiz tarafından verilmeliydi.
Müslüman misafirperverliğini yansıtan bir konukseverlikle karşıladığımız Papa’ya sadece Müslümanlardan duyabileceği mesajları, alabileceği dersleri bu vesile ile vermeliydik.
AKP hükümeti, seçim meydanlarında aleyhine kullanılacağı şeklindeki sığ hesaplar uğruna bu fırsatı kullanamadı.
Papa olayı sadece günlük haber malzemesi olarak kalırken Türkiye neyle meşgul? Ecevit’in cenazesinden solda ittifak çıkarma hesapları, CHP- MHP ittifakı, Erdoğan’ın Çankaya’ya çıkışının önlenmesi...
Bunlar bizim yarım asırlık bir gündemimiz. Hiç olmazsa, birkaç günlüğüne ara verebilmeliydik bunlara.
Yarın Papa’yı Çankaya Köşkünde misafir edecek olan Cumhurbaşkanı Sezer de bir din devleti olan Vatikan’ın devlet başkanı sıfatıyla Papa’yı ağırlarken, Türkiye adına yaptığı ayrımcılığı vicdanının terazisine vurabilmeliydi.
Hırslarımız uğruna 500 yıl önceki bir sözünden dolayı Voltair’i bile linç ederken, önce Atilla Yayla’ya, sonra Tacettin Ural’a yapılanın bir düşünce soykırımı olduğu gerçeğini göz ardı etmeyelim. Ve soralım: Sıra kimde?
27.11.2006
E-Posta:
[email protected]
|