Yeryüzünü sayısız nimetlerin sergilendiği bir sofra gibi yaratan ve hakîkî rızık verici olan Cenâb-ı Hak, o nimetlerden istifade edecek olan hârika cihazları da bu insan bedenine yerleştirmiştir. O nimetlerle bu cihazlar arasında tam bir âhenk ve uyum sağlamıştır.
Sindirim sistemini, onu yaratan Allah hesabına incelediğimiz zaman hayretler içinde kalır ve o intizam ve düzen karşısında Sanatkârının ilim ve kudretine hayranlık duyarız.
Sindirim ağızda başlar. Ağız boşluğunu üst damak, yanaklar ve dil, üst ve alt çene kemiklerinde bir inci gibi dizilen dişler teşkil eder. Dişlerin dizilişi bile muhteşem bir ilmin varlığından haber verir. Öğütücü dişler önde, öndeki kesici dişler arkada olsaydı istenilen maksat hâsıl olmazdı. Ağız boşluğunun arka kısmında (uvula) denilen küçük dil yerleştirilmiştir. Bir veya bir buçuk santim uzunluğundaki küçük dil, yutma esnasında yukarı kalkarak burun boşluğunu kapatır ve yenilen şeyin burun boşluğuna kaçmasını engeller. Emme esnasında da ağzın arka tarafını kapatarak, içilen şeyin ağız boşluğunu doldurmasını sağlar ve nefes borusunu korumuş olur. Ne kadar hayret verici bir olay!
Dişlerle parçalanan ve öğütülen besinler, kulak altı, çene altı ve dil altı tükrük bezlerinden gelen salgılarla yumuşatılır ve içindeki enzimlerle kısmen sindirim başlamış olur. Ağzın hemen arkasında, tıp dilinde (tosilla) denilen ve bademcik olarak bildiğimiz sağlı sollu iki adet savunma organımız vardır. Ağızdan vücuda girmeye çalışan zararlı mikropların imhası bu iki nöbetçiye âittir.
Dil ise, hem bütün besinlerin tatlarını anlamak, hem yenilen şeyleri lokmalar halinde mideye göndermek, hem de konuşmayı sağlamak gibi hârika vazifelerle görevlendirilmiştir. Kabaca anlatmaya çalıştığımız bu ağız yapısının muhteşem dizaynından dolayıdır ki, Bediüzzaman “Sen kendi vücudunu yapmaya kadir değilsin ve elin onu îcat etmekten kasırdır; başkaları dahi o işten âciz ve kasırdırlar. İstersen, tecrübe et bakalım. Şecere-i kelimât denilen bir lisanı veya muhaberat ve ezvak santralı olan bir ağzı yap. Elbette yapamayacaksın. Öyle ise, Allah’a şirk yapma!” der. (Mesnevî-i Nuriye, s. 155)
İrâdemiz dahilinde tek yaptığımız şey, yiyecekleri ağzımıza koymak, çiğnemek ve yutmaktır. Ondan sonra gerçekleşen bütün hârika olaylar, tamamen irâdemiz dışında gelişir. Ağza alınan lokma, birkaç çiğnemeden sonra dil tarafından gırtlağa doğru itilir. Bu bölgeye ise, hem yemek borusu, hem de nefes borusu açılır. Yutma esnasında küçük dil ve yumuşak damak burun boşluğunu, aynı anda gırtlakta bulunan ve epiglottis denilen ikinci bir yapı nefes borusunu kapatır. Yutma işinden sonra bu organlar tekrar eski halini alır.
Yemek borusu, 2 cm. çapında ve 20-25 cm. uzunluğunda bir borudur. Yemek borusunun iç cidarlarını tamamen kaplayan salgı bezleri tarafından devamlı salgılanan mukoz bir sıvı sayesinde, yutulan yiyecekler kolayca mideye gider. Yemek borusundaki kasların düzenli hareketleri bu kolaylığın ayrı bir sebebidir. Bizim bunlardan haberimiz bile olmaz. Alınan tedbirlerle hayatımız devam eder gider.
Midemiz ise bir fabrika gibi çalışmaktadır. Açlık hissinin kaynağı olmakla bizi rızık peşinde koşturur. Yediğimiz besinleri depolar ve salgılarıyla onları parçalar. Çeşitli hareketleriyle onları mâcun haline getirir ve vücut tarafından emilmek üzere ince bağırsaklara gönderir. Yemek yendikten 20 dakika sonra mide öz suları salınmaya başlar. Midenin iç yüzeyini dolduran 1 veya 2 mikron büyüklüğündeki 40 milyon civarındaki salgı bezleri bu salgıyı yapar. Bu salgılar besinleri eritecek çok kuvvetli asitleri içinde barındırır. Gastrin hormonu, pepsin enzimi, hidroklorik asit ve mukus bulunur. Hele hidroklorik asit, çinko ve demir levhaları eritebilecek güçtedir. Diğer bir kısım salgılar da mideyi bu asitlerden koruyucu özelliktedir. O mideyi yaratan her şeyi planlamış ve zarar görmesini engellemiştir. Mukus denilen maddenin görevi mideyi asitlerden korumaktır. Gastrin hormonu ise, besinleri sindirecek seviyede asit salgılandıktan sonra devreye girer ve asit salgılaması otomatik olarak durur. Tıpkı bir buzdolabının ısı seviyesine göre çalışıp durması gibi. Çok ince hesap ve ayarlamalarla cereyan eden bu kimyevî olaylar, bizim irademiz dışında gerçekleşir. Yiyecekler vasıtasıyla vücuda giren zararlı mikrobik canlıları öldürmede hidroklorikasit yanında pepsin enzimi de vazife görür. Alınan bütün bu tedbirler, bizim üstümüzde kudretli bir irâdenin varlığını ve tasarrufunu kör olana da gösterir.
Nihayet on iki parmak bağırsağına ulaşan, pankreastan ve karaciğerin safra kesesinden gelen salgılarla iyice karışan mâcun halindeki besinler yedi metrelik ince bağırsağa geldikten sonra tümörler vasıtasıyla emilerek kana karışır. Moleküllerine kadar ayrışan besin maddeleri ve vitaminler vücudun bütün hücrelerine kadar taksim edilir. Göze gidecek olanlar göze, kemiklere gidecek olanlar kemiklere, alyuvarlarla götürülür. En küçük bir karışıklık olsa, göz göz olmaktan çıkar, kemikler de özelliğini kaybederdi. İsrafa meydan verilmeden tamamen vücuda alınan faydalı maddelerden artakalan artık maddeler iki metrelik kalın bağırsaklardan dışarı atılır.
Üzerinde ciltlerle kitaplar yazılan bu sindirim esnasında meydana gelen mûcizevî olaylar zinciri, nihayetsiz bir ilim ve kudret sahibi olan Yüce Yaratıcıyı bildirmekte ve tanıttırmaktadır. Hayat ise, Onu tanımak ve itaat etmekle anlam kazanmaktadır.
22.11.2006
E-Posta:
[email protected]
|