İsrail’in saldırılarıyla gündeme gelen Beyt Hanun şefkat evi demektir. Şefkat de hilkaten kadını çağrıştırır. Ona mahsustur. Kaderin bir remzi olarak İsrail de Beyt Hanun’da yanı Şefkat Evinde şefkat timsali olan kadınlara yönelik bir katliâm yapmıştır. İsrail topçusu ve askerleri tarafından kıstırılan erkeklere müzaheret etmek ve onların çilesini azaltmak için olayı haber alan bir grup Filistinli kadın olay mahalline damlar. Bunun üzerine kadınlar üzerine rastgele ateş açan İsrail iki kadının ölümüne neden olmuştu. Yine İsrail Beyt Hanun’dan çekildiğini ilân ettikten sonra açtığı topçu ateşiyle bu şehirden en az 19 kişiyi öldürmüştü ve bunların çoğunluğu da aynı aileden kadın ve çocuklardan oluşuyordu.
Olmert bu vahşet ve katliâm üzerine teknik bir yanlışlık olduğunu söyledi. Bununla birlikte İsrail Gazze plajında olduğu gibi bu yanlışları sürekli olarak yapıyor. Zaten İsrail’in mazereti hazır. Ya Beyt Hanun’da olduğu gibi yanlış yaptıklarını ileri sürüyor, sorumluluğu üzerlerinden atıyorlar. Ya da Lübnan’da Almanya ve Fransa ile çatışmanın eşiğine geldikten sonra karşı tarafı tekzip ediyor ve herhangi bir kaza ve çatışma ihtimali yaşanmadığını ileri sürüyor. Ya da HAMAS veya Filistinli militanların canlı kalkanların ve kadın veya çocukların arkasına sığındığını söylüyor. HAMAS’cıların veya Filistinli direnişçilerin gerçekten de Lübnan’daki Hizbullahçıların olduğu gibi arkasına sığınacakları tankları, topları veya uçakları yok. Bundan dolayı, yüksek ateş gücü karşısında evlerini kendilerine siper ediyorlar. İsrail de bu defa ayrım gözetmeden evi başlarına yıkıyor ve ardından da HAMAS gibi direnişçilerin kadınların arkasına gizlendiklerini ileri sürüyor. İsrail eğer gerçekten de mertlik istiyorsa o zaman eşit şartlarda Filistinlilerle çarpışır ve bunun adı da katliâm olmaktan çıkar, savaş olur.
***
İsrail, son sıralarda sakarlıklarının göze batmasından ve uluslar arası tepkilerden sonra bu hususta daha dikkatli olmaya başladı. Saldırılardan önce en azından evdeki sivillere haber veriyorlar. Bu bağlamda, İsrail-Filistin mücadelesinde ve İntifada bağlamında yeni bir süreç başladı. O da kadınların İntifadası. Bu da ilk defa Beyt Hanun merkezli olarak başladı ve yayılıyor. Galeyana gelen Beyt Hanun’lu şefkat abidesi kadınlar eşlerine, çocuklarına ve daha ötesinde hemşerilerine destek olabilmek için toplu halde olay mahalline gidiyorlar. Bunun üzerine İsrail askerleri erkekler yerine kadınları hedef alıyor ve onlardan ikisini öldürüyor. Fakat ölüm korkusunu ve duvarını aşmış olan kadınlar analar, bacılar gerilemiyorlar ve böylece Filistin’de kadınlar intifadası adı verilen yeni bir intifada çeşidi veya yeni bir dönem başlıyor. Artık Filistinliler kimin evi hedef alınırsa orasını canlı kalkanlarla korumaya alıyorlar. Bu uğurda fani varlıklarını çoktan gözden çıkarmışlar. Rachel gibi kendilerini İsrail buldozerlerine veya tanklarına siper ediyorlar. Beyt Hanun’lu kadınlar aslında Amerikalı, hem de Yahudi bir aileye mensup Rachel Corrie’nin geleneğini sürdürüyorlar. Rachel hadisesi de apaçık bir şekilde ortaya koyuyor ki, Filistinli direnişçilerin kadınların arkasına sığınması mevzubahis değil, İsrail propagandasından ibaret. Asıl İsrail zırhlar, buldozerler ve zırhlı birliklerin arkasına sığınıyor. Bu şekilde savunmasız insanları telef ediyorlar. Bilindiği gibi, 16 Mart 2003’te 23 yaşındaki Amerikalı insan hakları fedaisi Rachel Corrie, İsrail ordusunun Filistin Gazze Şeridi’nde bir doktorun evini ve ailesini yok etmesini engellemeye çalışırken, bir askerî buldozer tarafından ezilerek vefat etmişti. İntifada kadınlarının veya Beyt Hanun’lu kadınların öncüsü ve sembolü Rachel’dir.
***
Beyt Hanun’lu kadınlar bizlere tarihi bir gerçeği daha hatırlatmış oldular. O da özelde Müslüman kadının, genelde ise bütün kadınların masuniyeti. Vatan, bayrak gibi kadın da Müslümanların namusudur. Abbasi Halifesi Mutasım billah döneminde Bizanslılar bir Müslüman kadına sataşırlar ve ilişirler. Onun çığlığı yankılanır ta Bağdat’a yol bulur. Halife kulağının üstüne yatmamakta ve buyruğunu geçirmektedir. Mutasım, Mihne ile anılan halifelerden birisi olsa bile hamiyet ve şehamet timsalidir. Müslüman kadının namusuna dokundurtmaz. ‘Yetiş Mutasim/Vamutasımah’ diyen kadının çığlığı üzerine bir ordu tertip eder, bu ordunun önü Bizans sınırında gerisi Bağdat kapılarındadır. Çığlığı sahipsiz bırakmaz. Bizans’ı titretir.
Beyt Hanunlu kadınlar da Bizans’ın eline esir düşen meçhul kadın gibi Araplara ve Müslümanlara çığlıklarını duyurmaya çalışırlar. Şimdi bu çığlık günlerce mesafeden ve yoldan değil canlı yayınlarda ekranlardan anında seyircilere yansımaktadır. Mutasım’a haber yollayan ve Vamutasımah/Yetiş Mutasım diyen kadın örneğinde olduğu gibi Beyt Hanunlu kadınlar da ‘Eyne entüm eyyühe’l Arap/Araplar nerdesiniz, üzerinize ölü toprağı mı serpildi ?’ demektedirler. Çığlık yankılanır, ama karşıdan ses gelmez. Sadece ölüler ses vermez. Nizar Kabbani’nin dediği gibi demek ki bizim veya Arap liderlerinin mermerden şatoları veya kaşaneleri mezaristandan ibarettir.
Beyt Hanun’daki toplu çığlıktan önce de bir Filistinli kızın yürek yakan çığlığı hâlâ kulaklarımızda yankılanmaktadır: Eyne ebi. Babam nerede? Babamı bulun! Gırnata’nın düşmesinden sonra Endülüs’te de böyle feryatlar duyulmuştu. Elbette Filistin Endülüs olmayacaktır. O kayıp Firdevs değil yaşayan Aden’dir. Belki de bu çığlıklardan sonra Arap Birliği Filistin’e yönelik ortak olduğu zalimane ambargoyu delmeye cesaret edebildi. Bir başlangıç temennisiyle, ama kat edilecek çok yol var.
22.11.2006
E-Posta:
[email protected]
|