Başörtüsü meselesi giderek millî güvenliği tehdit eder bir boyut kazanıyor. Dindarlar bu süreçte devlete yabancılaşmakla karşı karşıya kalıyorlar. Bunun da tek çözüm şekli var. Tabiî hakların önündeki görünmez ve aynı zamanda hukukî olmayan bariyerleri kaldırmak. Türkiye’nin dışarıda manevra alanını kapatan en büyük tıkanma noktalarından birisi budur. Başörtüsü sadece içeride devletin ve mağdurelerin manevra alanını kapatmakla kalmıyor aynı zamanda Türkiye’nin dışarıdaki stratejik fırsatlarını da öldürüyor. Türkiye başörtüsü gibi yasakları çözse dışarıdaki imajı düzelecek ve mükemmel bir model haline gelecek. İçte ve dışta saygınlık uyandıracak. Sadece başörtüsü mağdurelerinin değil, aynı zamanda Arapların ve İslâm âleminin Türkiye’ye yabancılaşmasının önündeki engellerden birisi ve en önemlisi böylece ortadan kalkacak. Türkiye ileride Ortadoğu denkleminde daha aktif roller almak istediğinde başörtüsü yasağıyla gölgelenmiş imajının esiri olmayacaktır. Yabancılaşmayı kırarak, üzerinden atarak ve silkelenmiş vaziyette; hamle ruhunu kuşanmış ve kazanmış olarak yeniden sahneye çıkacaktır.
Dinî sembol ve ritüellere veya öz değerlerine yabancılaşması Türkiye’nin içte ve dışta bahtını karartıyor. Bu böşürtüsü yasağı aslında Türkiye’nin güzelliklerini örten görünmez bir şal. Zaman zaman Arap arkadaşlarla da konuştuğumuzda öyle söylüyorlar. Dolayısıyla bu engeli aşmamız için de gerekli bir ön vize.
Başörtüsü yasağı, Türkiye için içeride ve sadece İslâm âleminde değil aynı zamanda Batı’da da bir kilit. Graham Fuller’in dediği gibi yasakta boynuz kulağı geçti ve Türkiye yasakta jakobenizmin kalesi olan Fransa’ya öncü oldu ve örnek teşkil eder hale geldi. Batı’daki yasak kapsamının gelişmesinden de maaelesef yine bir yere kadar Türkiye modeli sorumludur. Yasak için onu referans gösteriyorlar. İslami kuralları ve umdeleri yasaklamak için bir İslam ülkesi olan Türkiye’yi örnek gösteriyorlar. Binaenaleyh,Türkiye’nin yasağı Batı’da göçmenlerle evsahibi ülkeler arasındaki uyumu da zorlaştırıyor ve Türkiye’nin yasağı onlar için de bir sosyolojik kilit, kutuplaşma ve gerilim unsuru haline geliyor. Türkiye’nin yasağı Gordiom’un düğümüne döndü.
***
Türkiye’nin yasağının tesir ve yansımaları sadece Türkiye’de kalmıyor sınırlar ötesine taşıyor. Bu anlamda İran, başörtüsü yasağından dolayı üniversiteye gidemeyen başörtülü kızlara çağrıda bulunarak üniversitelerinin kapısının ardına kadar kendilerine açık olduğunu duyurdu. İstismardır, değildir veya bu çağrı birilerini kızdırmış olabilir. Ama çağrının nedeni ne yazık ki Türkiye’nin mühim bir gerçeği. Bunu görmezlikten gelmenin sonuçlarından birisi yabancı ülkelerin davetiyesine davetiye çıkarmaktır. Ve gerçekten de Avusturya gibi ülkeler başörtüsüyle eğitime müsaade ederken mezhebi ve meşrebi ne olursa olsun bir İslâm ülkesinin bu yöndeki bir çağrısına kızmak tutarlı olamaz. Bu noktada çözüm İran’ın çağrılarına karşı çıkmak veya itiraz etmek değil, meseleyi kendi içinde ve bağlamında çözmektir. Bunu yaptığımızda, Türkiye’nin kendisini aşan bir cazibe odağı haline gelecektir. O günler pek uzakta mı bilemiyorum, ama yasak sadece başörtülülere değil devlete de sıkıntı veriyor ve sıkıntıya düşürüyor. Manevra alanını kapattığı gibi, dar alanda siyaset yapmasına neden oluyor.
***
Tahran’ın karşı kutbu olan ABD yönetimi adına bile Türk kadınların başörtüsüne sahip çıkanlar var. ABD’de Müslümanların pek rahat oldukları söylenemez. Bununla birlikte onlar bile görünen bir yaramıza parmak basıyorlarsa; bizim bu bahaneyi ortadan kaldırmamız gerekir. Amerikan yönetimi hem nalına, hem mıhına vuruyor. Neoconlara göre başörtüsü fenomeninin yaygınlık kesbetmesi İslamofaşizmin yaygınlaşması anlamına gelebilir. Ama yine de bu, kimi Amerikalı yetkililerin karşımıza bu yasakla çıkmamızı engellemiyor. Nitekim, ABD Dışişleri Bakanlığının uluslararası dini özgürlükler temsilcisi John Hanford, Washington’un, Türkiye’de kadınların başörtüsü takma hakkını desteklediğini söyledi.
Dini özgürlükler konusunda brifing veren Hanford, Türkiye’ye değinirken, “Biz, Fransa’da ve Türkiye’de, kadınların başörtüsü takmayı seçme hakkını savunduk” diye konuşmuştur. Hanford, ABD’nin, bütün inançlara mensup insanların dini özgürlüklerine ilişkin uluslararası çerçevede tanınmış haklarının korunması ilkesine bağlı olduğunu hatırlatarak sözlerini şöyle ikmal etmiştir: “Dünyanın değişik bölgelerindeki ülkelerle ilişkilerimizde, herhangi bir hükümetin benimsediği İslâmî gelenek veya yorumdan bağımsız olarak, bütün İslâmî geleneklere mensup Müslümanların dini özgürlüğünün korunması için çok çalışıyoruz. Barışçı ibadetin, tacize, kısıtlamalara veya kovuşturmaya uğraması kabul edilemez ve sonuçta bunlar, aşırılığın ve şiddetin artmasına yarar..”
Günümüzde dünyanın iki şeye ihtiyacı var. Dinler ve inançlar arasında detente yani yumuşama ilkesine veya siyasetine. Diğeri de, laik sistemlerin dine veya zıddından Taliban gibi dini rejimlerin de laik kesimlere yumuşaması. Kim ne derse desin dünyayı sulh ve sükun atmosferine taşıyacak ve huzur diyarına çevirecek tek reçete budur.
16.11.2006
E-Posta:
[email protected]
|