Dünden devam
Neredeyse hiç uyumadan 24 saattir yoldayız. Bunun 12 saata yakını yolda veya koşuşturmaca ile geçti. 11 Haziran Pazar günü yola çıkmıştık. Ertesi günü, yani Pazartesi günü sabah dokuz sularında Bangladeş’te idik.
Dakka 17’inci yüzyılda kurulmuş. Daha doğrusu Dakka, dördüncü yüzyıldan beri varolan küçük bir şehir veya kasaba imiş. Asıl onu bu hale getiren süreci başlatan 1608’de Cihangir Şah’tır. Burya Bengal bölgesine yerel vali olarak İslâm Han Çişti’yi atamıştır. Çişti, Cihangir tarafından bölgeye vali olarak atandıktan sonra, ilk icraatlarından birisi olarak bölgenin başşehrini Rajmahal’dan Dakka’ya taşımak olmuştur. Ve adını Cihangirnagar olarak değiştirmiştir.
Bununla birlikte, 1704 tarihinde Dakka bu vasfını kaybetmiştir. Ardından yarım yüzyıl sonra, yine ticaret merkezi olarak ün kazanmıştır. Moğolların yerini İngilizler alınca, İngilizler her şeyi Calcutta üzerinde merkezîleştirdiler. Bunun üzerine Dakka önemini kaybetti ve şehir harabe ve ücra bir semt haline geldi. 18’inci yüzyılın sonlarına doğru şehir nüfusunun dörtte birini kaybetmişti.
Moğollar döneminde, şehri Portekizlilerden ve Mogh korsanlarından korumak için, nehir kıyılarına limanlar yapılmış ve şehrin giriş çıkışları tahkim edilmiştir. Mogh korsanları ile birlikte onların müttefikleri olan Portekizliler, kısa bir dönem için 1626 yılında Dakka’yı ele geçirmişlerdi. Bu itibarla bölge başşehri 1639 ile 1659 yılları arasında Rajmahal’a kaydırıldı. Dakka sadece idarî bir şehir olarak kaldı. 1704 yılına kadar başşehir olarak kalan şehir, bu tarihten sonra yerini Mürşidabad’a kaptırdı.
Moğollar döneminde şehir gelişmiş ve müreffeh hale gelmiştir. Dört bir bucağından kervansaraylar, camiler, bahçeler ve pazarlar yükseliyordu. Bu da, güney Asya’da faaliyet gösteren Avrupalı tacirleri böğrüne çekiyordu. Peder Bernard de Jesus başta olmak üzere 5 Agustinci Dakka’ya gelerek 1599 tarihinde ilk Hıristiyan misyonunu ve misyonerlik teşkilâtını kurdular.
Portekizlileri Hollandalılar takip etti. Bilâhare Fransızlar geldiler ve Hollandalıların yaptığı gibi, onlar da Portekizlilere ve onların korsan müttefikleri Moghlara karşı Moğollarla işbirliği yaptı. Dholai Khal’ın kuzeyi Moğollar tarafından Avrupalılara tahsis edildi ve onlar da oraya karargâhlarını, ikametgâhlarını ve kiliseleri kurdular. Holly Rosary Kilisesi Portekizliler tarafından 1677’de kuruldu. Bangladeş’teki en tarihî ve en kadim kilise burasıdır.
Moğolları etkilemek üzere Portekizliler, Hollandalılar ve Fransızlar yarışıyorlardı. Ermeni ve Rum tüccar aileleri de bu bölgeye ulaşmışlardı. Özellikle Ermeniler Hint keneviri ticaretinde tekel olmuşlardı, ama İngilizler 19’uncu yüzyılın ikinci yarısında bunun tekelini ellerine geçirdiler ve böylece Bangladeş’in en önemli maddesi Ermeni tüccarlarının tekelinden çıktı ve İngilizlerin eline geçti.
İngiliz İmparatorluğu’nun nüvesini ve çekirdeğini teşkil eden İngiliz Doğu Hindistan Şirketi 1666 tarihinde Dakka’da bir şube açmıştı. İngiliz Doğu Hindistan Şirketi, Dakka hariç 1757 tarihine kadar bütün Bangladeş’i kontrolü altına almayı başarmıştı. Dakka’yı da 8 yıl sonra ele geçirdi. Moğol Bangala Naabı ve Naim Nizamat burasını İngilizler adına yönetmeye başladı. 1887 tarihinde Dakka, Bangladeş’in başşehir veya merkezî bölgesi haline geldi.
1905 tarihinde ise, Bengal doğu ve batı olmak üzere ikiye bölündü. Batı Bengal Assam olarak biliniyordu ve Dakka ise, Bengal’in kışlık başşehri idi. Doğu Pakistan döneminde ise, Dakka ikincil başşehir durumunda oldu. Birincisi İslamabad, ikincisi de Dakka idi..
1971’de bağımsızlık ilânına kadar durum bu minvalde devam etti. Gazetelerin yazdığına göre, 1971 yılında Dakka’nın nüfusu bir milyonu geçmiyormuş. Ama bugünkü verilere göre nüfusu 10 ile 15 milyon arasında seyrediyor. Anlayacağınız İstanbul’un kaderini yaşıyor.
DİNLENMEYE FIRSAT YOK
Dakka’ya ulaşmamızdan sonra Bandarban Oteli’nde dinlenmeye çalışıyoruz. En azından bu geceyi orada geçireceğimizi düşünüyorduk. Öyle vakti çekildiğimiz otelde gözüme uyku girmedi. Ama yorgunluktan da bitap düşmüştüm. Bir şeyler karalamak istiyor, ama ona da gücüm yetmiyordu doğrusu. Bu minvalde iken kapı çalındı ve baktık mihmandarlarımız bizi aşağıda bekliyorlar. Hızlı bir istişareden sonra mihmandarlarımız ve partnerlerimiz bizi Kuzey Bengal olarak anılan bölgenin kalbi olan Nilphamary’ye götürmek istiyorlar. Otelin dışında bekleyen minibüse atlıyor ve yola çıkıyoruz.
250 km’lik yolu en az 6-7 saatte alacağımızı söylüyorlar. Sebebini pek anlayamıyoruz. Yollar da fena değildi, buna rağmen yolda şoförlerin cambazlık yaptıklarını müşahade ettik. Yollar iyi, ama trafik rahat değildi. Trafiğin rahat olmamasının sebebi araç bolluğu değil, yolların başka araçlar ve hayvanlar tarafından igşal edilmesindendi.
Yollarda hayvanlar çok rahat geziyorlardı. Keçisi, mandası, köpeği hiç istiflerini bozmuyorlardı. Şoförler de onlara vurmamak için adeta akrobasi yapıyorlardı. Ayrıca yolda trafik işaretleri ve trafiği düzenleyen kurallar yoktu. Yollarda trafik polisine de rastlamadık. Sadece Chittagong gibi büyük şehirlerde trafik polisi gözüküyordu. Bundan dolayı seyr ü sefer tamamen şoförler arasındaki pratikte yürüyen centilmenlik anlaşmasına bağlıydı.
Yoldaki rikşalar ve baby taxi olarak bilinen araçlar trafiği aksatıyor ve altüst ediyorlardı. Rikşaların bu özelliğinden dolayı rikşa başşehri olarak bilinen Dakka, peyderpeyi rikşalardan kurtulacağı ve bu şekilde trafiğin rahatlayacağı günü sayıyor. Ama bu takdirde Bangladeş millî vasıflarından birisini kaybetmeyecek mi?
KULÜBELER ÜLKESİ
Dakka rikşaların başşehri ise, Bangladeş de pekalâ kulübeler ülkesidir. Yolda giderken, en fazla bambu ağaçları ve onlardan mürekkep kulübelere rastladık. Nehir yataklarında ise, kayık evler veya nehir çingeneleri de denilen Badhiler veya Badhja’lar var. Onları görmedik, ama ünlerini duyduk. Badhiler river-boat people denilen, yani nehirde yaşayan kayık insanlarının en az yüzde 50’sini oluşturuyorlar. Bu kayık insanları, Hindu geleneğinde kast sisteminin en alttakilerini oluşturuyorlar. Dalitler gibi. Mevdudi’ye bakacak olursanız, bu kast sistemi bölgede uzun dönem yöneticilik yapan Aryanlar tarafından ihdas edilmiş ve etkileri bugüne kadar devam ediyor.
BANGLADEŞLİLERİN GEÇİMİ BALIK VE PİRİNÇ
Bangladeşlinin dünyası balık ile pirinç üzerinde duruyor. Kayık insanları da zaten nehirlerden balık tutarak geçimlerini sağlıyorlar. Ayrıca buna ilâveten bitkisel ilâçlar yapıp satıyorlar. Özellikle nehirlerdeki istiridyelerden elde ettikleri pembe incilerden yapılmış mücevherat tarzı şeyler satarak geçimlerini temin ediyorlar. Karadan giderken de en fazla yol boyunda kulübe görüyoruz. Uçsuz bucaksız bir kulübeler yumağı var. Zaman zaman nehir yataklarında seyahat ediyoruz. Abartmadan da, bizatihi abartı olan Bangladeş’e özgü özellikler var. Meselâ, nehir boyunca karadan giderken, muson yağmurlarının oluşturduğu nehirler ve nehirlerin taşmasıyla oluşmuş göletlerde hem gemiler, hem de suyun ortasında ağaçlar görebiliyorsunuz. Uzaktan, nehirde yüzen ağaçlar seyrediyorsunuz. Burada kara ile su içiçe. Sanki burada ağaçlar ve gemiler birer arkadaş veya ahbap. Evliya Çelebi çağdaşımız olsaydı Bangladeş’ten epey malzeme çıkarırdı.
RİKŞANIN BAŞŞEHRİ
Dakka’nın önemli özelliklerinden birisi de rikşa başşehri olmasıdır. Dakka dünyanın rikşa başşehridir. Buradaki rikşa sayısı dünyanın her yerinkinden daha fazladır ve 600 bin civarındadır.
Mustafa Sarker’in açıklamasına göre, Dakka kapatmak veya örtmek anlamına geliyormuş. Bu mânâda Arapça’da kefr kelimesine çok uyuyor. Arap dünyasında ve özellikle Kenan diyarında köyler, genellikle kefr kelimesiyle ifade ediliyor. Zira toprak sürüldüğü ve devrildiği için kefr kelimesi kullanılıyor. Küfür kelimesiyle de irtibatlı. Küfür gerçeği örtmek ve örtbas etmek mânâsına geliyor. Kefr de toprağı devirmek ve örtmek mânâsına geliyor.
Devam edecek
|