“Silâh hariçte kullanılır, dahilde silâh kullanılmaz.”
Sürüldüğü yerde sonraları altı bin sayfayı bulacak Risale-i Nur Külliyatını yazmaya başlar. Ancak hayatının sonraki kısmını çoğunlukla hapishanelerde, sürgünlerde geçirmek zorunda kalacaktır.
Said Nursî bu kendisine yapılan haksız muameleye karşı tıpkı sivil itaatsizlerin yaptığını yapar. Kesinlikle eline silah almaz. Anarşi çıkarmak bir yana, anarşiyi önlemek için elinden geleni yapar. Tahrip, bozgunculuk onun işi değildir. Ama doğru bildiklerini söyler. Mahkemelere çıkartılır, yaptığı müdafaalarda fikrinden bir defa bile dönmez. Bir defa hariç bütün mahkemelerden beraat eder. O “bir defa”da ise idamla yargılandığı halde çok az bir süre hapis cezası alır. Bunun üzerine kararın haksızlığını göstermek için itiraz eder:
“Ya beni idam ediniz, veya serbest bırakınız” der. Çünkü böyle bir ceza idamla yargılanan insana verilmez. Tıpkı sivil itaatsizler gibi o da savunduğu doğruların uğruna bir sürü sıkıntıya katlanır.
Said Nursî hayatının sonuna kadar eserlerini okuyup ona talebe olanlara da böyle hareket etmelerini söyler. Fakat o bu hareket tarzına sivil itaatsizlik demek yerine bir başka isim koyar:
“Müsbet hareket!”
Sivil itaatsizlik Müsbet hareket
Thoreau’nun sivil itaatsizliği ile Bediüzzaman’ın müsbet hareketi ilk bakışta yöntem olarak çok farklı gözükmemektedir. Her ikisi de yanlışlara karşı çıkmanın ifadesidir. Uygulanan yöntem ise her ikisinde de otoritenin koyduğu kurallar içerisinde kalmak şartıyla otoriteye karşı çıkmak olagelmiştir. Otorite yanlış yaptığını anlayıncaya kadar da verilen yaptırımların çilesini çekerler. Otoriteyi değiştirmeden, olay çıkarmadan, tahrip etmeden otoritenin yanlışlarını değiştirmeye çalışırlar.
Yöntem olarak müsbet hareketle sivil itaatsizlik arasında büyük fark olmamakla birlikte sebep ve sonuçları açısından bakıldığında çok büyük farklar söz konusudur. En basitinden Bediüzzaman her defasında yaptığı gibi olumluyu nazara sunmaya çalışırken Thoreau biraz olumsuz bir söylem kullanmıştır. Müsbet-olumlu kelimesi ile itaatsizlik kelimeleri sanırım bu tezimizi doğrulamaktadır.
Bediüzzaman bir din alimi olarak asıl maksadını insanların imanını ve dolayısıyla ölümden sonraki hayatlarını kazanmasına çalışmak olarak niteler. Dolayısıyla müsbet hareketini de bu sebebe bina eder. Ki zannımca, bu sivil itaatsizlikle müsbet hareket arasındaki en derin ayrımdır. Zaten Thoreau hapisteki ziyaretine gelen Emerson’a “emperyalizme karşı çıkmak, zulümlere karşı çıkmak” gibi doğru ancak dünyevî sebepler öne sürer.
Sonuçları itibariyle de iki hareketin arasında bir hayli fark vardır. Meselâ Thoreau bir haksız vergiyi kaldırmış, Ghandi yeni bir devlet kurmuştur… Bediüzzaman ise müsbet hareketin neticesinde görünürde pek bir şey elde edememiştir. Oysa zaten Bediüzzaman iman hizmetini hedefleyen bir din alimidir, müsbet hareketten dünyevî bir netice beklememektedir.
Müsbet hareketin kaynağı
Şayet müsbet hareket etmemiş olsaydı, Bediüzzaman kendi ifadesiyle “milyonların hayat-ı bakiyesini kurtaran” eserlerinin, yani Risâle-i Nur Külliyatının meydana gelmeyeceğini belirtir. Yaptığı işleri ihlâsla yapmak için, sırf Allah rızası için yapmış olmak için müsbet hareketin şart olduğunu söyler. Müsbet hareketi tarif ederken doğruları söylemenin kendi vazifesi olduğunu, ancak kabul ettirmenin Allah’ın vazifesi olduğunu söyler. Buna göre Peygamber Efendimiz’in (asm) uyguladığı metodun da –ki bu tebliğ metodudur- bir “müsbet hareket” olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Zaten Bediüzzaman her zaman yaptığı gibi müsbet hareketi anlatırken de Kur’ân’ı kaynak alır. Meali “Bir câni yüzünden onun kardeşi, hanedanı, çoluk-çocuğu mesul olamaz” olan ayeti temel alır. Çünkü ona göre müsbet hareketin tersi olan menfî hareket bu âyetin düsturunu çiğnemek zorunda kalır. Nitekim Bediüzzaman kendisine zulmedenler de dahil kimseye bedduâ bile etmez. Çünkü masumların zarar görmesinden korkar.
Geniş mânâda müsbet hareket
Bu konu hakkında Risâle-i Nur Külliyatındaki metinlere baktığımızda müsbet hareketin sadece yanlışlara karşı çıkma–sivil itaatsizlik anlamında algılanmadığını da görürüz. Meselâ kendi talebelerine başka meslek sahiplerine, başka tarikatlara karşı çıkmamalarını öğütlerken de Bediüzzaman müsbet hareketi bir argüman olarak kullanmıştır. Ona göre, müsbet hareket herkesi kendi mesleğini sevmeye çağırır. Başkasının mesleğini kötülemeye dayalı bir anlayışa karşı çıkar.
Hatta Bediüzzaman Risâle-i Nur Külliyatında, Müslümanların birlikte hareket edemedikleri için görülen zararları engellemenin çarelerini anlatırken birinci sırada müsbet hareketi zikreder. Yani Bediüzzaman’a göre müsbet hareket Müslümanların hepsi tarafından uygulanmalıdır. Bu anlamda “müsbet hareket” “sivil itaatsizlikten” çok daha geniş bir mânâ ifade etmektedir.
Sonuç olarak…
Sonuç olarak Sokrates bir filozof, Henry David Thoreau bir sosyolog, Bediüzzaman ise öncelikle bir din alimidir. Kullandıkları kavramlara bu pencereden bakmak onları anlamada bize daha fazla yardımcı olacaktır. Bediüzzaman’ın hâlâ bazı insanlar tarafından tam anlaşılamamış olması da bahsedilen bakış açısının yerleşmemiş olmasından kaynaklanmaktadır.
Nitekim sivil itaatsizlik en son aşamada bir sosyal direniş hareketi olarak kalırken Bediüzzaman’ın müsbet hareketi çok daha geniş bir yelpazede ele alınabilir. Bu bağlamda, Bediüzzaman’ın talebelerinin asayişe zarar vermeden doğruları savunması da müsbet harekettir. Birisinin hatasıyla başkasının cezalandırılmaması da müsbet harekettir. Müslümanların kendi aralarında ittifak etmesi de müsbet harekettir. Bir Müslüman olarak başka bir Müslümanın gittiği yolu kötü görmemek de müsbet harekettir.
Öyleyse hepimizi müsbet hareket etmeye dâvet eden Bediüzzaman’a kulak vermek gerekmekte değil midir?
(Genç Yaklaşım, Ekim-2006 sayısından alınmıştır)
|