–Dünden devam–
Ümitsizlik mani-i her kemaldir
Her olay, her hadise okunması gerekli İlahî bir mektup gibi düşünüldüğünde, Müslümanların başına gelmiş olan felaketler, savaşlar; Müslümanlar için bir arınma, sair din mensupları için ise, bir uyanma vesilesi olmaktadır. Arınma ve uyanma ise, hakikati ortaya çıkaracaktır.
Sonuç itibariyle, bu gün tarikat ve cemaatlerin, bütün bu olup bitenler karşısında ne yapması gerekiyor?
Bu noktada tarikat ve cemaatlerin önce kendi içlerinde ve aralarında atmaları gereken bir takım adımlar bulunmaktadır.
Türkiye’deki dar alanda yaşanan tarikat, cemaat gündemi ile, geniş alanda da dünyada İslâm dini ve Hıristiyanlık temelli tartışmalar yapılmaktadır. Bunlar dünyanın bir yerlere doğru gidiyor olduğunu göstermektedir.
Şimdi Türkiye gündemini meşgul eden ehl-i din arasındaki kadere fetva verdiren yanlışlar ile, İslâm dünyasının kadere fetva verdiren yanlışlarını tespit etmek ve çözüme doğru adım atmak zamanıdır.
Öncelikle bırakın İsmail Ağa Cemaati, şu, bu tarikatı, Müslümanlara mal edilen hurafeleri, bir takım gruplardaki cemaate mal olmuş şahsî problemleri, asıl bütün bunların arkasındaki yanlışların çıkış sebeplerini ortaya koymakta fayda vardır.
Başımıza gelen musibetlerde öncelikle kaderin fetvasını, şahsî hatalarımızı ve zaaf noktalarımızın kullanılmasını ortadan kaldırmak gerekmektedir.
İşte bunun için Bediüzzaman Said Nursî, hem Türkiye, hem de dünya gündemindeki hastalıkları teşhis edip, Kur’ân kaynaklı reçeteler sunmaktadır. Müslümanların başına gelen bu musibetlerden kurtulmak için çözüm tavsiyeleri takdim etmiştir.
1- Müspet hareket etmek. (Kendi mesleğinin muhabbetiyle hareket etmek, başkalarının adaveti, tenkisi onun fikrine ve ilmine müdahale etmesin ve onlarla meşgul olmasın.)
2- İslâm dairesi içinde hangi meşrep olursa olsun, medar-ı muhabbet ve uhuvvet ve ittifak olacak çok rabıta-i vahdet bulunduğunu düşünüp ittifak ederek.
3- Ve haklı her haklı meslek sahibinin, başkasının mesleğine ilişmemek cihetinde hakkı ise: ‘Mesleğim haktır,’ yahut ‘daha güzeldir’ diyebilir. Yoksa, başkasının mesleğinin haksızlığını veya çirkinliğini ima eden, ‘Hak yalnız benim mesleğimdir’ diyemez olan insaf düsturunu rehber etmek.
4- Ehl-i hakla ittifak, tevfik-i İlahinin bir sebebi ve diyanetteki izzetin bir medarı olduğunu düşünmekle…
5- Hem ehl-i dalalet ve haksızlık—tesanüt sebebiyle—cemaat suretindeki kuvvetli bir şahs-ı manevinin dehasıyla hücum zamanında, o şahs-ı maneviyeye karşı, en kuvvetli ferdi olan mukavemetin mağlup düştüğünü anlayıp, ehl-i hak tarafındaki ittifak ile bir şahs-ı manevi çıkarıp, o müthiş şahs-ı manevi-i dalalete karşı, hakkaniyeti muhafaza ettirmek.
6- Hakkı batılın savletinden kurtarmak için,
7- Nefsini ve enaniyetini,
8- Yanlış düşündüğü izzetini,
9- Ve ehemmiyetsiz, rekabetkarane hissiyatını terk etmekle ihlası kazanır, vazifesini hakkıyla ifa eder.
Bu düsturlar yaşanır hale geldiğinde, tarikat ve cemaatler ne kendi içlerinde yozlaşmadan kurtulacaklar ve aynı zamanda şer odaklarının kullanım alanları olmayacaklardır.
Bütün bu dünyadaki olup bitenlere bakıldığında İslâm dünyasının da bir özeleştiriden geçmesi gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Çünkü ortak düşmana karşı değil sadece Müslümanlarla ittifak, hatta Hıristiyanların hakiki dindarları ile ittifak etme zarureti doğmuştur.
Hatta hadis-i sahih ile, ahir zamanda İsevilerin hakiki dindarları ehl-i Kur’ân ile ittifak edip, müşterek düşmanları olan zındıkaya karşı dayanacakları gibi; şu zamanda dahi ehl-i diyanet ve ehl-i hakikat, değil yalnız dindaşı, meslektaşı, kardeşi olanlarla samimi ittifak etmek, belki Hıristiyanların hakiki dindar ruhanileriyle dahi medar-ı ihtilaf noktaları muvakkaten medar-ı münakaşa ve nizaa etmeyerek, müşterek düşmanları olan mütecaviz dinsizlere karşı ittifaka muhtaçtırlar.
Hıristiyanlık âleminin tasaffisinin nasıl olacağı çok da bizi direkt ilgilendirmiyor. Belki de sorgusuz sualsiz ruhanî lider olarak kabul ettikleri Papa’nın gafı, hakikati arayan hakiki dindar İseviler ile maksatlı yanlışın yanında yer alan Hıristiyanların saflarının ayrışmasını netice verecektir. Hıristiyan âlemindeki saflaşma ve hurafattan tecerrüt ayrı bir tartışma konusudur.
Yaşanan olayların hikmet cihetine bakarak, geniş daireye nazar edildiğinde ise, İslâm dünyasının içinde bulunduğu ve kadere fetva verdiren hastalıklarının olduğu görülmektedir.
Bunlar;
1- Ümitsizliğin içimizde hayat bulup dirilmesi.
2- Sıdkın hayat-ı içtimaiye-i siyasiyede ölmesi.
3- Adavete muhabbet.
4- Ehl-i imanı birbirine bağlayan nurani rabıtaları bilmemek.
5- Çeşit çeşit sari hastalıklar gibi intişar eden istibdat.
6- Menfaat-ı şahsiyesine himmeti hasretmek.
İşte bunlar Bediüzzaman’ın âlem-i İslâm’da teşhis ettiği hastalıklardır.
Bu hastalıkların reçetelerini yine Bediüzzaman veciz bir tarzda şu şekilde özetler:
Yaşasın sıdk, ölsün yeis! Muhabbet devam etsin, şura kuvvet bulsun! Bütün levm ve itab ve nefret; heva, hevese tabi olanlara olsun. Selam ve selamet, hüdaya tabi olanlar üstüne olsun.
Sonuç
Bütün bu âlem-i İslâmdaki hastalıkların teşhisi, tedavisi ve sonuçta müjdelerinin tahakkuku demokrasi zemininde olacaktır. Yaşananlara hikmetli bakış, demokrasiyi doğurma sancılarından başka bir şey olmadığını göstermektedir.
İslâm âlemi hastalıklarını tedavi edip, Hıristiyanlık da tasaffi ettiği ölçüde, neticede, bir noktada buluşma hasıl olacaktır. Beşer yoldan çıkıp erken başına kıyameti başına koparmazsa, bu müjdeler tahakkuk edecektir.
Bize düşen ise, çok da içlerine girmeden, bu sosyal hadiselere pencerelerden bakıp, hikmet gözlüğüyle okumak ve esas dairemize dönerek, düzelmenin en önemli ve en büyük vazifelerin bulunduğu nefis dairesinden başladığı gerçeğini unutmamaktır.
***
Not: NTV’den, ‘Tarikat, Cemaat ve Devlet’ konularını, ilgili ve yeterli uzmanları davet ederek, ‘Neden?’ sorgulamasına tabi tutan Can Dündar’ı; konulara en nirengi noktalarında açılım kazandıran sayın Mehmet Kutlular’ı tebrik ediyoruz.
–Son–
|