Van yolculuğumuz, uçağımızın İzmir Adnan Menderes Havaalanından havalanması ile başladı. Gezimize Bediüzzaman Said Nursî’yi birkaç defa sağlığında ziyaret etmiş olan Vanlı Selahaddin Akyıl Ağabeyimiz de iştirak etmişti.
Uçağımız Van Gölü'nü geçip Ferit Melen Havaalanına iniş yaptığında Türkiye’yi bir uçtan bir uca selâmetle geçirip, bizi Van’a ulaştıran Cenâb-ı Allah’a şükrediyoruz.
Havaalanında bizi karşılıyorlar. Yola koyuluyoruz. Sağlı sollu apartmanlar ve geniş yollar dikkatimizi çekiyor. Van Belediye’si güzel çalışıyor demek ki. Yollar ağaçlandırılmaya başlamış. Van’ın içlerine giriyor, mekânımıza geliyoruz. Liseli gençler Risâle-i Nur okumak için bir araya gelmişler. Risâle-i Nur sohbetlerinin verdiği inşirah ve heyecan gözlerinde parlıyor.
Van’ı geziyoruz. Çarşısı eski Osmanlı çarşılarını hatırlatıyor. Dar sokaklar ve pasajlar arasından geçiyoruz.
Çarşıda bazı yerlerde sohbet için yerler ayrılmış. Zemindeki dükkânların üst katlarında toplanıp Risâle-i Nurlar okunup, münâzâra ediliyor. ‘Türkiye’nin maddî ve mânevî bereketinin sırrı, bu muhabbet ve dinî sohbetlerde mi gizli acaba?’ demekten kendimizi alamıyoruz. Erek Dağı eteğindeki mekâna giderken bu konuyu görüşüyoruz. Van ve çevresinde Risâle-i Nurlar olmasa, aşırı uçların çok fazla olabileceğinden bahsediyorlar. Risâle-i Nurların doğuda anarşi ve terörün yayılmasına ve halkımızın yanlışa yönelmesine engel teşkil ettiğinde birleşiyorlar.
Çoravanis semtindeki üç katlı binamız, iki taraftan akan suyun ortasında ve yeşillikler içinde kurulmuş. Âyetü’l-Kübrâ’dan yapılan Risâle-i Nur dersi, kuş cıvıltıları ve akan derelerin sesleri arasında dinleniyor:
“...Sonra o misafir, nehirlere bakar, görür ki: Menfaatleri vazifeleri ve vâridât ve sarfiyâtları o kadar hakîmâne ve rahîmânedir; bilbedâhe ispat eder ki, bütün ırmaklar, pınarlar, çaylar, büyük nehirler, bir Rahmân-ı Zülcelâl-i ve’l-İkrâmın hazîne-i rahmetinden çıkıyorlar ve akıyorlar. Hattâ o kadar fevkalâde iddihar ve sarf ediliyorlar ki, ‘Dört nehir Cennetten geliyorlar’ diye rivâyet edilmiş. Yani, zâhirî esbâbın pek fevkinde olduklarından, mânevî bir cennetin hazînesinden ve yalnız gaybî ve tükenmez bir menbâın feyzinden akıyorlar demektir.” (Şuâlar, s. 104.)
Akşam, 7’den 70’e Risâle-i Nurlara gönül vermiş Vanlılar büyük salonu dolduruyorlar. Misafirler arasında Risâle-i Nurlara büyük emeği geçmiş Molla Hamid Ekinci’nin oğlu Hasan Ekinci de vardı.
Sohbetten sonra Van Gölü kıyısındaki iskeleye gidiyoruz. Feribot vapuru hakkında bilgi alıyoruz. Van-Tatvan arası çalışan vapurlar, İran’a kadar giden tren hattını Van Gölünden geçiriyormuş.
Ertesi gün, Cuma namazını Akyıl Camii’nde kıldıktan sonra Van Gölü kıyısındaki Edremit’teki villa’ya konuk olduk. Bahçe güllerle bezenmiş, karşıda karlı Süphan Dağı... Okunan bahisler ve sohbetlerle saatlerin nasıl geçtiğini anlayamıyoruz. Hicr Sûresi 47. âyette geçen “Alâ sürurin mütekâbilîn” âyetini hatırlıyoruz. Kur’ân-ı Kerim lisanıyla Cenâb-ı Hak, Cennet ehlinin karşılıklı cennet sandalyelerine oturup dünyadaki maceraları birbirlerine anlatıp zevk edeceklerini bildiriyor bu âyette.
Risâle-i Nur’dan 33. Söz’ün 20. Pencere’si okunuyor. Orada “...kuşların cıvıldaşmaları Allah’ın söyletmesi iledir” kısmı gelince kuşlar gelip şakımaya başlıyorlar. Orada bulunanlar, ‘Bu kuşlardan biri, yakın zamanda vefat ederek aramızdan ayrılan Nizamettin Apaydın Ağabeyin ruhunun bineği olabilir’ diyorlar. Malum, Bediüzzaman Hazretleri ehl-i Cennetin ruhlarının kuşlara binip gezebileceklerinden bahsetmektedir. Böyle bir sohbet olunca, Nizamettin Ağabeyin kabrini ziyaret edelim, diye niyet ediyoruz.
Edremit’ten sonra; Van Kalesine gidiyoruz. Bediüzzaman Hazretlerinin yekpâre taştan dediği kalenin altında Horhor Medresesi varmış. Bediüzzaman Hazretlerinin kaleden düşerken “Dâvâm!” dediği bu yerde, 15 yıl önce geldiğimizde yaşadığımız hatıraları tazeledik. İbrahim Özdabak kardeşimizin çektiği resim, Köprü Dergisine kapak olunca, bizler de orada çıkmıştık.
Kalenin eteklerini geziyoruz. Yüzyıllar önce yapılan camiler, zamana meydan okurcasına dimdik ayakta duruyor. Abdurrahman Gazi Türbesi yanındaki camide ikindi namazını eda ediyor, bütün Nur talebelerine ve insanlığa duâlar ediyoruz. Allah kalpleri, Kur’ân-ı Kerim’in bu asra bakan bir tefsiri olan Risâle-i Nurlara musahhar etsin inşaallah. Çaycı Emin Ağabeyin kabrini ziyaret ediyoruz.
Daha sonra Altköprü Mezarlığına gidiyoruz. Kabirde medfun Risâle-i Nur talebelerine Fatihalar okuyoruz. 23. Mektub’da geçtiği gibi “Birimiz şarkta, birimiz garpta, birimiz dünyada, birimiz kabirde olsak biz yine beraberiz” hakikatini yaşıyoruz adeta.
Bir sonraki gün Van çarşısı çok kalabalıktı. Esnaf kardeşlerimizi ziyaret ediyor, Nurs’a gitmek için bilgi alıyoruz.
Pazar günü sabah namazından sonra Nurs’a hareket ediyoruz. Marşlarla coşuyoruz. Van Gölü kıyısından neşe içinde geçiyoruz.
Çatak yolu üzerinde Görentaş köyünde Seyyid Abdulkadir Geylânî Hazretlerinin torunlarından Seyyid Muhammed Tayyar’ın türbesini ziyaret ediyoruz.
Yolumuz üzerinde san’at-ı İlâhînin hayret veren güzelliklerini tefekkür ederek gidiyoruz. Kanisipi mevkiinde tepeden çağlayarak gür gür akan bembeyaz suları hayretle seyrederken, dilimizden maşaallah, bârekâllah sözleri kendiliğinden dökülüyor. Bu sular o kadar coşkulu bir şekilde akıyor ki her yıl 1-2 ay içinde akıp bitiyormuş.
Dağlara tırmanmaya başlıyoruz. Karların arasından geçiyoruz. Krapet Yaylasında yavaş yavaş eriyen karlar, dereleri besliyor. Buralarda yaşayan insanlar toprak tavanlı, kerpiç evlerde oturuyor. Ancak buz gibi suları, tertemiz havası ve şehir gürültüsünden uzak stressiz yaşantılarını düşünüp zahiren mahrumiyet içinde gibi görünen bu insanların, bu yönleriyle şanslı olduklarını düşünüyorsunuz.
Karlı tepelerin arasından yemyeşil bahçelere doğru inmeye başlıyoruz. 2850 m yükseklikten kıvrıla kıvrıla inen yollardan cennet gibi bir ilçeye iniyoruz: Bahçesaray İlçesi. Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri burada kalmış.
—Devam edecek—
|