Üniversite öğrencileri ve mezunlarıyla yaptığımız sohbetlerde üniversite mezunları arasında işsizliğin sorun olduğunu; işe girişte sıraya girip sırası gelenin iş bulabildiğini öğreniyoruz. Toplum içinde zengin fakir uçurumu pek yok. Üniversite mezunu ile herhangi bir tezgâhtar birbirine yakın kazanca sahipler.
KONGREYE KATILDIK
Ülkeleri nüfus ve toprak olarak küçük ama büyük işlere de imza atıyorlar. Meselâ, Orta Avrupa Ülkeleri arasındaki mesleki kongrenin yedincisi bulunduğumuz üniversite tarafından organize ediliyordu. Bizi de kongreye dâvet ettiler ve katılım ücreti almadılar. Kongre Onursal Başkanı Prof. Dr. Ivan Yazbek’le birlikte tahsis edilen bir otomobille 200 km uzaklıkta Avusturya sınırındaki kongre merkezi olan Radenci şehrine gittik. Prof. Yazbek bizim otele yerleşmemizden itibaren her ihtiyacımızla bizzat ilgilendi. Gerçekten ilme değer veriyorlar ve bu konuda gereken cömertliği de gösteriyorlar.
Kongreye katılım bizim için büyük kazanım oldu; üç gün süren kongrede diğer ülke meslektaşlarıyla tanıştık; bazı tanıdık simalarla da tekrar görüşmüş olduk. Diğer Avrupa ülkeleri bayrakları yanında kongreye katıldığımızdan dolayı bayrağımızın da yer alması bizi memnun etmişti.
Oturumlar esnasında Türkiye’li meslektaşları olarak söz aldığımızda veya Türkiye ismi geçtiğinde herkesin dinleme konsantrasyonu maksimuma çıkıyordu. Hatta bazı özel sohbetlerde «Bundesliga’da çok iyi Türk futbolcuları var» diyenlere bile rastladık.
Özellikle sosyal konulardaki zengin fikri ve entelektüel sermayemizle onların dikkatlerini çok daha kolay çekebileceğimizi düşündüm.
KUZU ÇEVİRME
Tanıdığımız Slovenleri oldukça misafirperver bulduk. Kısa süreli de olsa bu seyahatimizde, ülkeyi köylerine varıncaya kadar gezdirip, her yönüyle tanıttılar. Özellikle dâvet sahibi meslektaşımız Prof. Zadnik meslek alanında ülkesinde oldukça tanınmış bir kişilik ve hayvan sahipleriyle diyaloğu çok mükemmel.
Bu meslektaşımızın rehberliğinde yaptığımız Güney Slovenya gezisinde bize bir sürpriz yaptılar. Tır şoförü olarak Türkiye’ye de çok gitmiş olan ve ülkemizi iyi intibalarla hatırlayan bir arkadaşının dağ evine götürdü. Bu arkadaşı hanımını on yıl önce kaybetmiş ve ona bağlılığından bir daha evlenmemiş. Genç oğlu ve kızıyla birlikte yaşıyor. Bu dağ evinde bir grup arkadaşlarını da dâvet ederek bize mükemmel bir kuzu çevirdiler.Yine pratik yolla oluşturdukları seyyar fırında.
Yaptığımız sohbetlerde, İslâmdaki çok evlilikten de sordular. Onlara cevaben, İslâmdan önce çok daha fazla olan evlilik sayısının İslâmla birlikte dörde indirildiğini; bir evliliğin ise önerildiğini; Peygamberimizin kendinden yaşlı olan Hz. Hatice ile 40 yaşına kadar tek evli olarak kaldığını; Peygamberlik vazifesiyle birlikte kadınlar tarafından rahatlıkla soru sorulup cevaplandırılması; hanımlarının onlara bir nevi elçi ve öğretmen olması; sosyal olarak yeni yayılmakta olan İslâmın akrabalıklarla güçlendirilmesi amacıyla çok evlilik yaptığını anlattığımızda ilgi ile dinlediler.
Fırında nar gibi kızarmış kuzu yenirken, dağ evine sakallı ve yaşlıca birisi girdi. Onu saygılı bir şekilde masaya buyur ettiler. Fakat gideceğini söyledi; kuzu etinden paket yaparak verdiler. O gittikten sonra, uzun yıllar önce Avustralya’dan geldiğini, kimsesinin olmadığını, bu bölgede yaşadığını, evlenmediğini, el emeğiyle geçimini sağladığını, içki içmeyen çok özel bir insan olduğunu söylediler. Gerçekten de derviş gibi bir insandı. Sanki rızkı olan etini almaya gelmişti.
BİR OSMANLI ASKERİ
2006 yılı Mart ayında geldiğimiz ve Türkler tarafından fazla bilinmeyen bu ülkeye atalarımızın 300 yıl önce Viyana’ya giderken uğradığını öğreniyoruz. Zaten turistik gezilerdeki tanıtım brifinglerinin ağırlıklı konusu da Osmanlı ordusu ve alınan tedbirlerdi. Acı tatlı hatıralar anlatılıyor...
Ülkenin tatil yöresi (rafting, kayak, av, Makedonya baklavaları meşhur) Bovec’ten dönüşte, Kalce şehri yakınlarında ‘Gostılna Turk’ adlı bir lokanta’nın önünde durduk; tabiî önce ismi dikkatimizi çekmişti. İçeride ise sarığı (Slovenler ‘türban’ diyorlar) ve hançeriyle bir Osmanlı neferinin resmi asılıydı. Burada «Türk» denince resimden de anlaşılacağı üzere sarık, hançer ve tütün akla geliyor. Şaşkınlığımız artmıştı. Sebebini sorduk. Üçyüz yıl önce Osmanlı Viyana’dan dönerken kolu yaralı bir asker burada kalıyor. O zamanlar şimdi lokanta olan bu tarihî evde oturan aile, yaralı askerimizi kabul ediyor. Aile doktoru bir bayan da tedavisini üstleniyor; iyileştikten sonra da doktor bayanla askerimiz evleniyor; bu şehire de yerleşiyorlar. Lokantanın ismi onun hatırasına devam ettiriliyormuş. Bovec yöresindeki bu gezimizde Şanlıurfa’ya has «mırra»denilen kahvenin benzerini de içtik. Zaten ülke genelinde içilen kahveye de «Türk Kahvesi ‘Turkish Coffe’» diyorlar ve bizim normal kahvenin aynısı.
Bu arada ziyaret ettiğimiz bir köy evinde çeşit çeşit horozların içinde devamlı öten, çok hareketli bir horoza «Türk horozu» dendiğini bize söylediklerinde birlikte gülüştük.
BOSNALI LİLA
Dâvet sahibi Sloven meslektaşımızın ise şöyle bir hatırası var: 40 yıl önce Bosna’dan Müslüman bir bayan Lubliyana’ya gelir. Teyzesiyle tanışırlar. Gelen bayan evi olmadığından bir günlüğüne onların evinde kalmak ister. Evin sahibi büyük baba ancak bir günlüğüne kalmasına müsaade eder; fakat bu kalış tam 10 yıl sürer. Kendisini sevdiren bu bayanın ayrılmasını istemezler. O da ölene kadar kalır ve onlara yemekler dahil getirdiği kültürüyle çok şeyler öğretir.
Misafirperverliğinden memnun kaldığımız meslektaşımıza «Biz de sizden memnunuz ama Bayan Lila gibi yapmayacağımıza, yani yıllarca kalmayacağımıza emin olabilirsiniz» şeklinde şaka yollu takıldık.
OSTERN ORUCU VE BAYRAMI
14 Nisan günü «Big Friday» yani «Büyük Cuma» dedikleri gündü. Hıristiyan âleminde bu günde domuz eti yemiyorlar ve şarap içmiyorlar; bir nevi onlar için oruç oluyormuş. Buradaki inanışa göre yumurtalar Hz. İsa’nın gözyaşlarını; kırmızı şarap kanını ve domuz eti de etini sembolize etmekte ve o niyetle Ostern orucu tutulmaktaymış. Bununla birlikte ekmek ve su mübah. Çok dindar olanlar bu orucu tutuyormuş.
Cumartesi günü ise, evin hanımı renkli boyalı yumurtalar, domuzun arka bacağından alınan et ve çeşitli kekler pişirerek kiliseye götürüyor, orada kutsandıktan sonra Pazar günü tüm aile birlikte yiyorlar. Yani bayram yapıyorlar. Günler öncesinden pazarlarda bu amaçla mumlar, yumurtalar ve çeşitli hediyelik eşyaların satıldığı hareketlilik hali dikkat çekiyordu.
SLOVENYA SİVİL TOPLUMU
Komünizmin yıkılıp, Yugoslavya’nın dağılmasıyla birlikte elbette Slovenya da bir geçiş süreci yaşadı. Bu süreçteki sorunlarını güçlü bir sivil toplum yapısıyla aştıklarını; katılımcı demokraside önemli mesafe kat ettiklerini ve nihayet AB’ye girmekle de tüm bunları taçlandırdıklarını öğreniyoruz. Şimdi düzenli seçimlerle yenilenen, basın özgürlüğü ve insan haklarına saygılı, çok partili ve demokratik siyasî sistemleri yanında, güçlü bir sivil toplum yapısına sahipler.
AYRILIŞ
Soğuk bir günde geldiğimiz Slovenya’dan havaların ısındığı tabiatın tekrar canlandığı sıcak bir bahar günü ayrıldık. Kıştan bahara geçiş döneminde geldiğimiz için kısa sürede hem kışı ve hem de baharı yaşamış olduk.
Yeni meslektaşlar edindik. Yeni insanlarla diyalog kurduk. İnsanların sıfat ve meziyetlerini dikkate alarak diyalog geliştirdik. Şuna bir kez daha inandık ki, insanların şahısları ve dinlerinden ziyade taşıdıkları meziyet ve sıfatlarıyla arkadaşlık ve iş birliği yapmak daha doğru bir yoldur.
—SON—
|